27 Kasım 2010 Cumartesi

benimle oynar mısınız ?

oturdum 5li çokonat paketini bir oturuşta göz yaşlası içinde yedim. Hayır hayır,sevgilim vardı da ondan ayrıldım, depresyondayım modu değil bu. Ya da plotanik olarak aşığım da sevdiğim adam başka kızı seviyor modu da değil bu ( bknz: ben o yolları çoktan geçtim ) . Aşık olabilirim belki ama kendimi tutuyorum. Benim derdim tamamen kendimle,çocukluğumu özlememle ( bknz: çokanat etkisi, burun sızısı, mazi özlemi). Aslında yazmaya başlarken çok daha farklı bir konu üzerinde durmayı planlıyordum ama hayattaki herşey gibi yine ben seçildim, seçmedim. Konu ve çokonat beni seçti, ben ise sustum, boyun eğdim, palnadığım konuyu başka bir zamana yada hiçbir zamana erteledim ve sustum  .... ve susuyorum her zamanki gibi .... parmaklarım ve çocukluğum konuşacak şimdi sizlerle.

....................



İlkokuldayken aksam yedi olunca yatardım, televizyon seyretmeme izin verilmezdi bizim evde. Kemal Sunal'ı özellikle Tosun Paşa'yı çok severdim, o akşam televizyonda Kemal Sunal'ın bir filmi olduğunu duyduysam eğer derhal ananeme telefon eder, bize gelmesini isterdim. Çünkü ananemin dayımla bize geldiği akşamlar ben biraz daha geç yatardım ve televızyon seyredebilirdim. Bildiğim dünya sınırlıydı ve bu dünya içinde ya kendi kendime hayaller kurarak eğlenirdim. Kardeşim yoktu ve tüm yaşıt akraba çocukları benden uzaktı. Bir apartmanın 5. katında otururduk ve "pimapen" kaplı camlardan içeri vızır vızır araba sesleri sızardı, sokakta oynama lüksüm yoktu anlayacağınız. Bu yüzden bisiklet kullanmayı hiç öğrenedim ( hala da bilmiyorum )

İlkokula başlamadan önce sadece 2 sokak arkadasım vardı, sokak da değil aslında biri rahmetli babaannemin komşusunun torunu idi, onunla kapı önünde ( apartman içinde ) suya şeker atar, karıştırır, una su karıştırır ekmek yapar eski kilimler üzerinde evcilik oynardık. Babaannem bize bazen hala daha çok sevdiğim tombi, muzlu puding, tüp çikolata alırdı, onu da misafir olarak kabul ederdik. Aysel idi arkadaşımın ismi. Benden bi kaç yaş büyüktü ve ben onu esir alırdım adeta benimle oynayacak diye. İyi kızdı Aysel sessiz ve güler yüzlü idi ve sanırım beni şeker buluyordu ki benimle beraber evcilik oynamaya tahammül edebildi. Sonra taşındı Ayseller ... aradım zaman zaman, ama o kadar çok yer değiştirdiler ki telefon numaralarını kaybettim çocuk aklımla ve şimdi kimbilir evlenmiştir bile ..

Sonra "Şirin" isimli bir arkadasım  vardı ananemin apartmanında. Adı gibi şirin ve güzel, akça pakça biz kızdı Şirin. Şirinle botanik üzerine çalışmalar yapardık, Şirin bahçe de büyümüş olmanın getirdiği rahatlıkla börtü böcek toz toprak hiç aldırış etmezdi. Çok şey öğrendim Şirin'den. Gül yapraklarını koparıp ezdikten sonra suyunu çıkarıp, incir yaprağının sütü ile karıştırıp yaptığımız şerbetler Aysel ile yaptıklarımızdan çok daha profesyoneldi. Şaşırıyordum, bir keresinde gül yapraklarını ezip "iç" yapıp asma yapraklarına sarıp yaprak sarması bile yapmıştık. Şirin çok güzel bisiklet kullanıyordu ve bir sürü arkadaşı vardı etraftan. Beni de onlar arasına katmaya çalıştı hatta bir kaçı beni bisikletinin arkasına oturtup gezintiye bile çıkardı, uçuyoruz sandım, ne kadar güzeldi, o zaman bu zamandır hiç uçamadım ki ben :( Şirin de büyüktü benden Aysel gibi, ayıp ayıp şeyler konuşuyorlardı arkadaşları arasında ve beni uzaklaştırıyorlardı. Sonra beni bisiklet gezilerine çağırmamaya başladılar. O zamandan sahip olduğum aşırı alınganlık ve gurur ya da siz ne derseniz adına beni Şirin'i her gördüğümde tanımıyormuş gibi davranmama sevk etti. Yaramaz bücür güzel kız Şirin'e trip atıyordu o yaştan. Hakldım da üstelik. Ne de olsa büyük arkadaşlarını bana tercih etmişti şirin arkadaşım. Geçenler de duydum çocuğun birinden hamile kalıp evlenmiş, çok kilo almış doğum sırasında ve aldığı kilolar geri verememiş, şimdi ise çocuğu ile birlikte tek başına bir hayat sürüyormuş , kaynanasının dırdırına, kocasının  ilgisizliğine katlanamamış ama hala çok güzelmiş..

Bitmedi bi tane daha çocukluk arkadaşım vardı ve en vefalısıydı. Aylin, ya da Aylin abla mı demeliyim. Çok sabırlı kızdı idi vesselam. Çocukluğumun en yalnız ve en deli anlarını yaşamak zorunda kaldı. Onu kaybetme şansım yoktu, karşı komşumuzun çocuğu idi ve hatırlıyorum, anneme kardeşi Fatih ve Aylın'in bize oynamaya gelmesi için yalvarırdım. Gelirdi Aylin ile Fatih. Fatih, Aylin'den daha küçük, benim yaş grubuma daha yakındı. Çorapları ayağından çıktı çıkıcak gezerdi hep ve hep kirli olurdu hep altları, Aylinkiler ise hep temiz olurdu. Yaramaz ve haşarı idi Fatih, korkuturdu beni. Fatih'ten korkardım ama Aylin, Aylin başka idi... Aylin 5.sınıfa giderken ben daha okula gitmiyordum ve Aylin'in okuldan dönüş saatini beynime kazımıştım. Onun gelmesine yakın kapının dibine oturur, kulağımı kapıya yaslar ve dakikaları sayardım. Aylin'in adımlarını duyunca çılgın bi sevinçle kapıyı açar ve seslenirdim :
"Oynamaya gelsene !"
Gelirdi Aylin. Dedim ya en çılgın zamanlarıma denk geldi Aylin. O okuldan gelmeden önce tüm oyun planlarını kafamda tasarlar, o gün oynanacak oyunları, kullanılacak eski parfüm şişelerini, ilaç kutularını, bez ve örtü parçalarını düzerdim, hazır ederim. Konuşma metinleri hazırdı kafamda, okuma yazma bilseydim eline senaryo bile tutuştururdum kızın
"Şimdi sen bana bunu bunu diyeceksin sonra buyaya gidip otuyup beni çağıracaksın, sonra ben sana bunu bunu söyliycem, sen bana bunu veyiceksin, sonya yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz okula gidicez beyaber.."
Yazık, kızağız tüm komutlarımı harfiyen yerine getirirdi. Bazen annemin makyaj malzemelerini aşırır boyardım Aylın'in yüzünü suratını sonra bağırırdım içerdeki odaya.
" Ayne ( anne ) bizi yesim çekseneee" ( daha o zamandan meraklıymışım resim çekilmeye) "
Neden katlandı Aylin bana, neden hiç sesini çıkarmadı uzun bir süre idrak edemedim. Yaş kemale erdikten sonra öğrendim ki meğersem Aylin annemi çok severmiş , benim eziyetlerime de annemin hatrı için katlanırmış. Gülümsemekle yetindim sadece, ( büyümek bu olsa gerek ) çünkü bunu öğrendiğim de Aylin, kucağındaki bebeğini büyütmeye adamıştı kendini ve ona olan vefa borcumu küçük kızının oyun yaşına geldiği zaman beni esir almasına izin vererek ödemek için oyuncaklarım üzertine ant içtim. Hatta çoğu nadide, ender bulunan, değeli oyuncağımı bu vefa borcunun bir göstergesi olarak küçük kızına armağan ettim.

Oyuncak derken, çok oyucağım vardı benim ya . Barbiler, barbi evleri mutfak takımları, banyo takımları, tabaklar çanaklar elektrikli arabalar kamyonlar, ateriler, aklınıza hayalinize gelebilecek  envayi çeşit değerli parça =) Şimdi düşünüyorum da kendimden büyük arkadaşlarımı eğlemek için oyuncaklarımı kullanıyordum heralde =(  Bir akraba kızı vardı, bayılırdı mutfak takımlarımla oynamaya, annesi ile bize "çaya" gelirlerdi. Hemen mutfak takımlarımı sererdim önüne, oynardık annem çayları getirene kadar. Çay bittikten sonra hiç oyuna devam etmezdik. O oturup annelerin konuşmasını dinlemeyi tercih ederdi. Küstüm, ağladım, takla attım şeblikler yaptım hiç bi şekilde "çaydan" sonra oyun arkadaşımı ağıma düşürmeyi beceremedim. Yeni yeni oyuncaklarımı gösteriyor, baştan çıkarmaya çalışıyordum ne barbi evleri ne Ken'ler ne elbiseler gelip geçti önünden de bir kere bile başını çevirip bakmadı. Varsa yoksa çayını içip, tabağını bitirdikten sonra anne sohbeti dinlemek... Hoşuna giden buydu demek, saygı duydum oyuncaklarımla kendim oynamaya başladım. İşte o zaman anladım iyi oyuncak, eğlenceli oyun hiçbir zaman birini kazanmaya yetmez ( Pek sevgili, çok da değerli okuyucular işte o zaman anladım, insanların dış görünüş, pahalı kıyafet ya da ucuz iltifatla  kazanılmayacağını )

Tek başına kurduğum hayalleri oyun arkadaşlarımla oynamaya çalışıyor çocuklar gibi mutlu oluyordum, zaten çocuktuk ama böyle anlarda çocuktan da daha çocuk olduğumu hissediyordum. Sonra baktım ki hayal kurmak bile çok mutlu ediyor beni. Şimdiki gibi değildim o zamanlar, o zamanlar insan bağımlısıydım. Henüz tüm umudumu insanlara bağlamamam gerektiğini öğrenememiştim. Çocukken en çok istediğim şey, eve misafirin gelmesi idi. Misafirler gelmeli ev dolmalı dolmalı taşmalı, gelen hiç bi misafir gitmemeliydi. Gereği olursa ben onların kendi yatağımda bile yatmasına izin verirdim. Çocuklu misafirler tercihimdi, kendimden küçüklerle pek anlaşamaz, onları saçma bulurdum, tercih sebebim kendimden büyük yaştaki oyun arkadaşları idi eğer yaşıtım yoksa. Bir karakteri olurdu en azından onların, oynamak istemiyorlarsa hıh der gider yerlerine oturur ana baba konuşmasını dinlerler, oyuncaklarımı kırmazlar, oturup kendini yırtarcasına ağlamazlardı.

Kimi zaman gelen misafirlerin çocukları olmazdı, kimi zaman annemle, babaannemle anneannemler yaşıt amcalar teyzeler gelirdi. Annemlerin yaş grubu olan kitle ile iletişimim kucaktan kucağa kendimi sevdirmek olurken, gelen kitlenin saçları beyazlayıp, elleri kırışmaya başladı ise, bir iki şirinlik yapıp kendimi kucaktan kucağa attırıp, saman altından su yürütürcesine onları birer oyun arkadaşına çevirmekti ve başarırdım çogunlukla. Babaannem ah, ah ananem az mı çektiler bu yaramaz veletten. Ananemin uyurken güzel yüzünü inceler, elimde selpak ile yüzünde olmayan makyajını temizlemeye çalışır, ananemi annemi yatırır saçını gözünü boyar, yüzlerine şekiller çizer sonra hiç üşenmez tekrar temizler, tekrar yapardım. Şansımın olmadığı tek bir zaman dilimi vardı : Yalan Rüzgarı ! Yalan Rüzgarı televizyonda iken kesinlikle ve kesinlikle hiçbir yaptırım gücüm kalmıyordu. Sonra babaannem... babaannem bazen bizde kalırdı, gece canım sıkılır, uykudan uyanır, kadının başına gidip benimle oynaması için yapmadığımı bırakmazdım. Torun , atsan atılmaz satsan satılmazın verdiği cesaretle kadının boğazını çimdikler, kızartır, kollarını ısırtır, bütün gece evcilik oynatırdım. Annem çok çikolata yememi istemezdi, babaannemi kafaya alıp, bakkala sepet saldırıp sayısız çokomel aldırırdım. Babaannem beslerdi beni onlarla, sonra yakalanmayalım diye, çöplerini koltuk altına , yastık içine doldururduk beraber.. taki annem bizi yakalayıp da kızılca kıyameti koparana kadar.

Evde kalan, esir alacak yaşlı olmadığı zaman tek başına oynardım, gecenin yarısında uyanıp, ya kalkar yatakta zıplar, ya minik barbi evimi yorganın altına alıp, evin ışıklarını açar,  anca baş parmağım kadar olan kapısından içeri bacağımı sokmaya çalışırdım, nasıl da inanırdım bir zaman mutlaka küçülüp o evin içinden girebilecek boyuta geleceğime. Doğum günü yaklaşıyorsa eğer, bütün gece oturur davetli listesi yapardım kafamda. Şu şu gelicek, bana bunu bunu getirecek, annemi şu şu mamaları yapacak, onu bunu edeceğiz diye sayıklar, annemin yanına gider, gecenin bir yarısı planlarımı paylaşır, teminat almaya çalışır, aklıma takılan soruları sorar, çoğu zaman da azar işitirdirdim:(

O zamandan daha delice bir tutku ile bağlanmışım insanlara. Birine güveniyorsam, birini seviyorsam o duyguyu kendi benliğimi hiçe sayarcasına yaşamışım. Canım cananım kuzenlerim hep bizden uzakta oturdular. Çocukluğum onların Bozüyük denen yerde yaşadıkları zaman dilimine denk geldi, ne acıklı. Bozüyük'e ise senede sadece bir kere o da yaz döneminde gidebildik. Tüm sene Bozüyük'e gitmenin hayalleri ile yaşardım. Bozüyük'e gitmeye 6 ay 5 gün 3 saat kala, Bozüyük'e gitmeye 2 ay 18 saniye kala, Bozüyük'e gitmeye 3 gün kala. Bozüyük demek kuzenlerim demek, kuzenlerim demek mutluluk demekti. Delicesine sapık bir sevgi ile bağlıydım teyzemin kızlarına. Onlarla beraber oturup hiçbişey yapmadan balkonda, yol üzerinden gelip geçen tırlara bakmak bile büyük bir mutluluktu. Bazen saçma sapan oyunlar oynar, mesela bir şarkı seçer o şarkıdaki tüm sözcüklerin baş harflerini seçtiğimiz absürd bi harf ile düzeltir bağıra çağıra söylerdik. Eğer tüm oyunlar tükendiyse yine bulurduk bi oyun kendimize, ya da oyun biz olurduk. Ben hayatımın çocukluk döneminde Sema ile Merve'nin yanında olduğum zamankinden daha büyük bir mutluluk tanımı yapamıyorum, beni affedin hatıralar. Bazen onlar istanbula gelirdi. Bir hafta ananemde bir hafta bizde bir haftada babanelerinde kalırlardı. Ananeme beraber giderdik de onların babanelerine gittiği haftayı yas haftası ilan eder hain hain planlar yapardım gitmesinler diye. Sabah kalkar, akşama kadar süper mario, araba yarışı ya da ördek öldürme, tavşan zıplatma oyunu oynardık uzaktan kumandayı bozana kadar. Sapıkça bir duygusal yoğunlukla Bozayük'den dönüş yolculuğunda veya onların İstanbul'un ayrılışında Tarkan 'ın en melankolık şarkıları açar, gözyaşları içinde eşlik ederdim:

Deli gibi yürekten sevmeli, uğruna dünyaları vermeli, incitmemeli sevenleri değerlerini bilmeli. Aaaa... aaaa .aa. aa

Şimdi bakıyorum da , çok da bişey değişmedi aslında hayatımda. Bir kısmını anlattığım çocukluk anılarım arkadaşlarım bana çok şey öğretti ama aldığım dersler bir yanımın çocuk kalmasını hiçbir şekilde engelleyemedi. Daha az insan bağımlısıyım artık, insanlara ihtiyaç duymayacak şekilde eğittim hayallerimi, ama sevdiklerimi çok sevdim, sadistçe, sapıkça, çılgınca seviyorum hala ve inatla güvenmeye devam ediyorum değeceğini düşünüyorsam eğer. Hala çok hassasım, çok alınganım ama tek çocuk olma, tek çocuk büyümenin nazını atlattım, insanlara trip atmayı bıraktım, aslında o zaman bırakmıştım Şirin de bırakmıştım. Değer verdiklerimden biraz ilgi ve karşılık bekliyorum sadece. Eskiden oyunlarımı kendimi mutlu etmek için oynardım, şimdi ise insanları mutlu edebileceğim oyunlar yarattım kendime. İnsanları mutlu ettikçe mutlu oluyorum hayatlarına çok fazla dahil olmadan, bir gün yine yalnız bırakılacağımı bilerek ve kararlıyım ne olursa olsun çocukluk arkadaşlarıma olan vefa borcumu başka başka oyun düşkünü çocuklara kucak açarak ödeyeceğim. Şimdiden iki tane edindim bile. Biri komşumuzun vefakar kızı Aylin'in şirin mi şirini benden şirin kızı Hira. Beni bekliyor oyunlarına. İkincisi ise, canımın, cananımın, bitaneciğimin kuzenim Sema'nın anne karnında kalp ritimlerini uydurmaya çalışıyor hayata. Henüz doğmamış bir bebek, beni tekrar çocuk yapacak, kendine oyun arkadaşı yapcak bir bebek. Dünyamıza hoş geleceksin bebek oyun arkadaşın hazır


Sen nerdesin ?

Lâl Teyzen...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara