30 Eylül 2010 Perşembe

l just did what l had to do .

Garibim yine, bin halin binbirincisini yaşıyorum. Ne mi istiyorum, ışıklar kapalı, hoperlörden çok sevdiğim bi şarkıyı dinliyorum Me voy, Yasmin Levy ...

Yasmin Levy Gidiyorum diyor.
bir kere olsun mutlu bir hayat yaşamak için gidiyorum.
teşekkür ederim bana söylediklerin için
beni sevdiğin için
kendimi kandırmayı bırakıyorum
bak bana
ruhum kanıyor...

Ben diyorum. Gidiyorum. Neden gidiyorum, gidilecek neresi kaldı, görmediğim, yaşamadığım hangi duygu kaldı. "Güven" dışında. gidiyorum üstelik giderken kendimi kandırıyorum " I've seen it all" mırıldanıyorum gizli gizli ama yeni bişeyler görmüşçesine sevinip rol yapmaya gidiyorum.

Geçmişin gözlerine bakıyorum sonra soruyorum: Kimsin ?
kendime soruyorum, aslında ben kimim ?

İçimde garip bir boşluk. Eskiden geçmiş vardı, takılıp kalırdım ona. İleriyi göremezdim, geçmişin sıcak anılarında sarılır sarmalanır uyurdum her gece. Sımsıkı sarılırdı bana, canımı acıtırcasına. Onu var ya onu deli gibi sever, deli gibi korurdum. Kendimden bile. Acı çekerdim. Derin derin nefeş alışlarım var olurdu, geri veremeyişlerim. Onunla geçen "an"ları beynime kazırdım, kana kana doya doya yaşardım. hiçbir saniyesini israf etmeksizin, saatlerce izlerdim, bakardım, sükrederdim.

Şimdi bakıyorum tekrar ve soruyorum kendime : kimsin sen, ben kimim ?

Acı bitti, acı kalmadı, nefret de kalmadı. Bakıyorum gözlerine geçmişin tanıdık birşeyşer görmeye çalışıyorum. Hafızamı zorluyorum, o kadar eskide mi kaldı geçmiş, sana soruyorum. hiçbirşey göremiyorum. Acı aşamasında gözlerine bakamazdım, bir şey belli edeceğim sanırdım. gözlerine bakıyorum, hiçbir şey belli etmiyorum, çünkü acı bile hissetmiyorum.. hiçbir şey..O kadar rahatım ki, ciddi ciddi sohbet bile edebiliyorum. Nerden nereye.Biraz yaşlanmış hissediyorum kendimi ,hayli de yorulmuş. Hiçbir şeye takadi kalmamış ama yine de biraz gülümser buluyorum kendimi.

Bana bakıyorsun, her zamanki gibi, her zamankinden daha farklı, yabancı ve unutkan_? Eskiden bana nasıl bakardın, bilmem hatırlamıyorum eskiden bana nasıl baktığını. O kadar öldürmüşüm ki içimde seni. o kadar tüketmişim ki tüm güzel şeyleri geçmişle ilgili, bana nasıl baktığını bile hatırlamıyorum, bakıyor muydun onu bile bilemiyorum.

Sen beni öldürmüştün ya, ya da kurban etmiştin ya, ya da hiç yaşatamamıştın ya işte ben seni öyle öldürmüşüm içimde. Senin bana yaptığını ben kendi içimde sana yapmışım. Geçmiş, artık ne kadar uğraşsan da, bitmiş artık. Sana duyduğum bir ölünün mezarına gidip de saygı belirtmek gibi bir şey. Sana duyduğum çok yaşlı bir adamın hafıza kaybından önceki halini bilen tek kişi olmanın ağırlığını taşımak. Sana duyduğum, suç işlemiş birinin suç ortaklığnı taşımak. Bilir misin bilmem, beni hiç tanıyabildin mi ? Eskiden zihninden geçenleri okurdum, gözlerinden taşardı tüm harfler, sen bişey demeden ben anlardım. Şimdi baktığımda o gözlere uzaktan, boşluktan daha fazlasını göremiyorum. hissettiğim boşluktan fazlası değil artık. Ne bir eksik ne bir fazla, tam anlamıylı boşluk.

Bitti zor oldu ama bitti...( l just did what l had to )

Kayi'nin geçmiş zaman hali bitti gitti.
Geriye kaldı hiç bir zaman olamayan yalın hali ve bir güliz.

David Tennant - Traffic Warden

29 Eylül 2010 Çarşamba

l feel emptiness in my veins ...

hiçbirşey yok, ama aslında çok şey var. Tek istediğim şey sessizlik şu an. Ağzımı açmak o kadar büyük işkence ki ama bir yandan da söylemek istediğim yığınla şey var ...

Hiçbirşey hissetmiyorum bugün, çok garip bir gün. oldukça garip. hiç bu kadar boşlukla mücadele etmemiştim. Beynim o kadar çok ağır ki şu an, boynum ağrıyor kafamı tutmaya çalışırken. İnsanların sesleri birbirine karıştı düşüncelerimde. Kahkahalar, gülüşmeler, çığlıklar, yakınmalar, fısıldaşmalar herşey ama herşey birbirine girdi.



içimde çok büyük bi özlem var. Dalga geçiyorum duygularımla, abartıyorum. İnsanlar beni ciddiye alıyor ne kadar lay lay lom diyorlardır muhtemelen. kim biliyor ki içimdeki sesi bastırmak için bu kadar yüksek sesle ve çok şey söylüyorum. inanmadığım, hoşuma gitmeyen şeyleri söylüyorum sanki savunduğum doğrularmışçasına.Gözlerim dalıyor sonra susmayı seçiyorum. Çok derin bir özlemin işaretçisi bu ( ara verdim çünkü, uzun bir süre hiçbirşey düşünmeden ekrana öylece bakakaldım. ) içimdeki özlemin herhangi bir hedefi yok. Özlediğim insanlar değil, özlediğim zamanlar var.

24 Eylül 2010 Cuma

Bu gün yine yağmur vardı İstanbulda. ilhami ile söyleştik ve bu "şey" çıktı ortaya ( şiir denmemeli, Necip Fazıl'a haksızlık olur, deneme denemez Sait Faik'e haksızlık olur, ne diyelim yine kuralsız yazı çıktı diyelim ;)

ŞEHRİN HİKAYESİ

Sisler kaplamıştı heryeri ve bulutluydu hava, hayli de soğuktu. Fabrika bacasından tüten dumanlar yine karartmıştı insanların hayatlarını, halicin suları her zamanki gibi kusuyordu tüm kirliliğini.

Herhangi bir günden biriydi işte o gün de, yaşam herkesin kaderine farklı bir imza atıyordu.

Herkesin birbirini karaladığı şu dünyada asıl suçlu hiçbir zaman bulunamıyordu. Öyle ya kim sorumlu olabilirdi ki yaşananlardan, kimse sorumluluğu üzerine almak istemiyordu. Tek kişilik davalarda binlerce insan yargılanmaya kalkıldı. Ne bitmez bir davaydı ki bu zaman bile yenik düşmüştü.

Nice hayaller hapsedilmişken parmaklıklar arasına, umutlar saklıyordu insanlar hala kalplerinde.
"Bir sabah güneş tekrar doğar mıydı acaba..."
Herşeyin tersine döndüğü bu dünyaya güneşi tekrar geri çağırmak pek zordu oysa..
Ama şiirler geç değil hiç birşey için diyordu ve şairler gizli gizli fısıldaşıyorlardı güneş efsanaleri hakkında.
Bir sihirli değnek gerekliydi şehrin tüm kirli sularına, tepelerine... sonra da sokaklarına. Yıldızlardan biraz ışık çalsak kızarlar mıydı acaba? Ya da ağıtlar mı yakılmalı, kara büyüler mi yapılmalıydı....?
Koca bir düğümdü sankş yaşamak. İpin ucundan tutsa bir el gerisi gelecek gibiydi, bitiverecekti tüm kavgalar, serbest kalacaktı tüm duygular. Bir prens, bir de prenses gerekiyordu belki ve de minicik bir öpücük hayatı şehre geri getirecek.
Ama aşk yasak bilinmişti bu şehirde. Sevgi çok zaman önce terk etmişti mahalleleri. Sevgililer sıkı pazarlık yapıyorlardı aralarında, yeminler ediyorlardı her gün evlendirme salonlarında sevgiyi sonsuza dek yaşatmak için sevgiyi.
Kazanan sevgi olabilir miydi bu şehirde?
Şehir yenik düşmüşken kurulan tuzaklara ve bir hain pusu kurulmuşken şehir insanlarına;
Tek gereken
bir masal,
bir prens.
bir de prensesti aslında

22 Eylül 2010 Çarşamba

Mutluluğu insanların yüzlerinde aramayı bırakalı çok oldu, çünkü...


Mutluluğu, aşkı insanların yüzlerinde bulamadım. Çünkü yalancıdır insanların yüzleri, riyakardır, bencildir. Birden fazla maske giyebileceği gibi, sadece bir maske takınanlar da tehlikelidir. Hatta daha tehlikelidir. Çünkü çok iyi konsantre olurlar rollerine, hata payları azdır.

(I am not a man wtih too many faces, the mask l wear is one).

Bazen diyorum da keşke sezgilerim, zihin okuma kabileyetim bu kadar kuvvetli olmasaydı o zaman ben de mutlu olabilir, yalan yüzlere inanabilirdim. ama kahretsin ki şu zihnim, lanet olası şu zihnim her zaman görünen arkasındaki görünmeyeni arama merakım, beni her seferinde yenilgiye uğratıyor. Olmuyor, mutluluğu insanların yüzlerinde görmeye tam başlamışken, derinden gelen sancılı ve baskın sesi kendi sesimi bastırıyor. ve diyor :

"Aşkı insanların yüzlerinde arama, çünkü insanlar yüzsüz ve gerçek evet evet tek gerçek fikirlerde, düşünceler ve duygularda mümkün."

Diyorum kendime mutluluğu insanların yüzlerinde aramaktan vazgeçmek gerek çünkü insanlar yüzsüz ve mutluluk kitaplarda, satırların arasında, şarkı melodilerinde ve film karelerindedir.

Nasıl isterdim o büyülü hikaye kahramanları yerinde olmayı...Ne acı değil mi ? Olabildiğim tek şey ise ilk yardım çantası. Bazen sorguluyorum kendimi ve çoğu zaman diyorum:

İnsanlarda nasıl bir güven izlenimi bırakıyorsam, hep en zor anlarında akıllarına geliyorum. Biri, eski sevgilisini anmaktan yorulmuş mu, belki iksiri bendedir. Kaybettiği veya hiç kazanamadığı aşkını bende arar, sanar ki kaybettiği mutluluğu bende bulacak. Sanar ki ben ondan sonra gelen olabilmeyi kaldırabileceğim, sindirebileceğim. Derim ona:benden sana sevgili olmaz arkadaş benden çok iyi kanka olur, arkadaş olur ama benim de bekleyenim var. Sen aşkına benimle ihanet edecek olabilirsin ama ben hayalime seninle ihanet edemem. Çünkü sen "o" değilsin. Olamazsın. Çünkü Kayi, beni hiçbir zaman geçiştirici biri olarak görmez.

Çünkü Kayi beni daha ona gelmeden önce tanır, çünkü Kayi..."

Derim ki arkadaş mutluluğu kim bulmuş ki sen kaybedesin. İyisi mi sen fikrine geri dön, aşkı mutluluğu, birine mâl etmeden önce düşüncelerinde mutlu ol öyle aramaya başla ona uygun bir bedeni. Ben mi, hayır henüz daha düşüncelerinde mutlu olabilmiş biri değilim ki, birilerini arayayım.hem ben daha minik bir ilk yardım kitiyim.
Neden mi?
Mesela.. biri... canımı sıkkın, iflas mi etmiş işinde. Gelir bana, fikir sormaz, çünkü fikirlerime ehemmiyet vermez genellikle ama benim tarafımdan rahatlatılmaya ihtiyacı vardır. Olayın olabilecek en pozitif yanını hiçbir zaman kabul etmez insanlar, insanlar haklıdır ve haklı olmayı mutlu olmaya tercih ederler. Bense mutlu olmayı haklı olmaya tercih ederim. Bu yüzden değişik gelirim onlara ve onlara göre manasız ama güzel sözlerime ihtiyaç duyarlar. Bir hanmışım gibi gelirler, anlatırlar, dinlenirler, bakınırlar ve çekip giderler yeni yeni kazalarda yaralanmak üzere, yeni yeni kurulan işlerde batmak üzere. Gitme demem, hiçbir zaman, çünkü kahrolası gururum engel olur her seferinde bana. Gitme diyemem, demem de çünkü bilirim ben burada olduğum sürece gelecektir tekrar yaralarını sardırmak üzere sevgili dostlarım. Ben her zaman buralarda olur muyum, bilinmez.. Belki hayallere dalmışımdır. Belki Kaf Dağı'nın ötesinde Zümrüdüanka ile çay içiyorumdur. Belki de bulutların üstünden çekirdek çıtlıyorumdur, belki insanlar kadar çok silikleştirmişimdir kendimi, belki de sadece sizi görmek istemediğim için saklıyorumdur kendimei.

Mutluluğu insanların yüzlerinde aramaya henüz başlamadım çünkü biliyorum ki ilk önce düşüncelerdeki fikirlerdeki mutluluğu farketmeli, kitaplar okumalı, şarkılar dinlemeli, filmler izlemeliyim. Pişmeliyim, pişirmeliyim ilk önce kendimi ve inandırmalıyım Kayi'ye kendimi onu ne kadar çok sevdiğimi, o ilk önce inanmalı bana benim ondan bir önceki, iki öncekinin yerine koymaya çalışmadığıma, berrak, katıksız bir zihinle, zihninden geçenleri okumaya ihtiyaç duymadan karşısına geçip "seni seviyorum " diyebileceğime. Kimbilir belki o da bir gün beni sever ve bana kim olduğunu gösterir.

Ama ondan önce, okunacak çok kitap, gidilecek çok film, dinlenecek çok şarkı, tanık olunacak çok hayat, çok da yanılgı var. Neresinden başlasam ki keşfetmeye ....


20 Eylül 2010 Pazartesi

yazınsal değeri olmayan sinirsel anlar...


Seni asla affetmeyeceğim Kayi...

Beni bu kadar riya, yalan, dolan, soysuz insan içine bıraktığın için. İçim nasıl ezik şu an biliyor musun, sinirden ellerim zangır zangır titriyor, her seferinde daha da güçleniyorum ama her seferinde daha da nasır bağlıyor duygularım. Anladım, sen bu dünyada güzel olan her şeydin, ama hiçbir şeyimdin. Anladım, senin yerin hayallerim.

Kimse için kendimi değiştirecek değilim. Kimse için uğraşacak değilim. Kimseyi kazanmaya çalışacak değilim. Dahası kimseyi yanıma yaklaştıracak değilim. Yeter çünkü, yeter. Kendimden bu kadar eksildiğim, senin uğruna gururumu bu kadar kırdığım. Yeter. !

Ama hata bende, gerçekten bende sende değil. Sen bir hayalsin ne olabilirsin ki . Çok sinirliyim şu an. Hiçbirşeyi toplayamıyorum, zihnim darmadağın. Kendimden nefret ediyorum. Kendimi yerden yere vuruyorum ve diyorum keşke ya bir kere ya, bir kere olsun şu hislerimde yanılmış olayım.. Bir kere sezgilerim beni yalancı çıkarsın da mutlu olayım.

Bıktım artık, düşünüyorum da. Şu an hepinizden nefret ediyorum. Ewet ewet, Kayi yerine koymaya çalıştıklarım, o oldugunu dusundugum kişi hepınızden nefret ediyorum. Koca bir hayata mâl oldunuz bana. Gözlerimin ferini aldınız, heyecanımı aldınız, inanma güvenmeye olan inancımı aldınız, beni benden uzaklaştırdınız. Hepiniz aynı mezarın yolcularısınız. Neyim ben, size layık olamayacak kadar melek bir insanım değil mi, ya da o kadar iyiyim ki bana karsı ne hıssettıgınızı hıc bı zaman tam olarak kestıremedınız, ya da o kadar garantıdeydım kı kırmama, incitmeme güdüsünü hiç taşımadınız. Her insan bencildir ama siz benim en kötü şansımdınız. Öyle durup bakmayın ewet ewt özellikle ikiniz, siz ikiniz.

Utanıyorum, tüm güzel düşüncelerimden, tüm salaklık derecesine varan saflığımdan, çocuk hallerimden, olgun sancılarımdan hepsınden hepsınden utanıyorum.
Bir daha asla ama asla bunların yaşanmasına izin vermeyeceğim. Nedir ki bir beden kocaman, sıcacık bir fikir yanında. Nedir ki varlıgınız, kendı yarattıgım evrenın yanında. Nedir ki yoklugunuz ben varlıgınızı yanıbasımda ıstemezsem. sakın , sakın ha, sakın bı daha karsıma cıkıp dunyamı mahvetmeye kalkısmayın. Yedirmem çünkü o dünyayı size.

Bu benim kendime son gelişimdi. Bir daha asla ama asla kendimden geçmem.
Ne söylemek istiyorum biliyor musunuz şu an tüm kinimle, ewet ewet üzerinize alınabılırsınız.

BEŞ PARA ETMEZSİNİZ !

hadi bana eyvallah şimdi ....

Gece ( şiir)

Tüm bu söyledikleriniz,
gücü herşeyin üstünde olan,
yenilmez olan , falan olan,
fistan olan,
Aşk varya, yalan işte o !!!

19 Eylül 2010 Pazar


Kuzenlerin en küçüğü. Meleğim, canım, şeker parem seni çok seviyorum. Dogum günün kutlu olsun.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Kayi'ye.

Sevip de söyleyemediğim şarkılar var
bir dizesini asla hatırlayamadığım şiirler
keşke, keşke o ben olsaydım dediğim hikaye kadınları
düşlerim var
uyandığımda yalnızca başını hatırladığım
ve asla sonuna kadar görmeyi beceremediğim,
bir adam var düşümde,
tam dokunacakken uyandırıldığım
bir adam
sonumuzun ne olacağını hiç öğrenemediğim (ve kim olduğunu...)
düşümde bir adam var
benim mi bilemediğim
bir adam var diyorum,
düşünüp düşümden ayrı kaldığım

Geç kalmış bir anlatım.. l feel that l am growing older !


Bu 3. inşallah bu sefer başaracağım. Bazı şeyler hemen su üstüne çıkmayı sevmez. Derinlerde gezinip, büyümeyi, olgunlaşmayı, yüklenmeyi sever. En doğru zaman ve en doğru yerde ortaya çıkmak için sabırla bekler.. Şu an bazı şeyler anlatmak için kendimi yeterince olgun hissediyorum. Bir haftadır, insanlara hiçbir şekilde belli etmediğim bir şekilde çeşitli duygu gelgitleri yaşıyordum. ( olgunlaştım, artık dengeyi buldum demeyeceğim; çünkü olgunlaşmak bu değil bence ) Mutluluklar biriktiriyordum anlatmak üzere ama sonra ufak bir rüzgar esiyor, bir koku getiriyor ve ben kendime yepyeni üzüntüler türetiyor, saklanacak yer arıyordum. Şu an her şeyi anlatabilirim sanırım. Anladım ki bazı şeyleri söylemek için olayların üstüne 2 kere duş alıp, 3 kere yemek yeyip ve bir t-shirt almak gerekiyormuş ( just kidding ! ). Hiçbir şey değişmedi aslında bende , boşuna demedik " NOTHİNG GONNA CHANGE MY WORLD!" diye. Ewet hiçbir şey değişmedi ama duygular gelişti..

Stajımın son haftası çok yorucu, bıkkın ve bezgin bir haftaydı, doğru ama 1.5 aydır yaşanan her şeyin meyvelerinin de yendiği bir zaman dilimiydi. Neresinden başlasam, neresinden başlasam. Sanırım canımın istediği yerden başlayacağım ve her zamanki gibi kuralsızlıkla yazacağım. Duygular karar verecek nerede ne zaman dile geleceğine...

yaklaşık 20 gündür karşılaştığım biri ( bir çeşit homless )vardı. Kadıköy Otobüs Duraklarında, o kadar korkunçtu ki, kapkara bir yüz, aslan pençesini andıran kocaman eller, keçeleşmiş saçlar, her nefes aldığında içine aldığı havaya lanet eden iki kocaman burun deliği, geniş omuzlar ve deprem yaratacak güçte kuvvetli bir ses. Nasıl korkardım, nasıl korkardım anlatamam. O kadar ki, yanıma 5 metreden fazla yaklaşacak olsa, gidip poğaça satan abinin boynuna atlayabilirdim. Bir sabah baktım ki evini ( yani bir bataniye ve bir kilimini ) bizim otobüs durağının arkasına taşımış. muhallebi nasıl iki kat kek hamurunun arasına yayılırsa dev cüssesi de bu kilim ve batanniye arasına öyle yayılmış. Bataniye hoooop iniyor -nefes veriyor, hooop kalkıyor -nefes alıyor; hooop veryor, hop kalkıyor. Adamın nefes alış verişlerine kendi kalp atışlarımı sakinleştirip de ayak uydurduğumda bekleme oturaklarının kenarına ilişiverip, en sevdiğim radyo programını açıp, kafamı dağıtmaya çalıştım. Sevindim, poğaça satan adamın boynuna sarılmamıştım korkudan. Adam kalktı, bataniyesini topladı, gözlerini ovuşturdu ve göbeğini kaşıdı, tamamen arkam dönük oturmadığım için her hareketini görebiliyordum. Göremediklerimi ise beynimde canlandırıyordum. Ama görüntü giderek yaklaşıyordu. Korku filmi gibi, her adım attığında etrafındaki tüm otobüsleri yerlerinde titretiyordu:
-Para var mı para _??
-Git başımdan
-Abi para var mı , karnım aç !

Ben ki inanmam dilencilerin yalanlarına ( bknz:Allah sevdiğine bağışlasın, Allah yolunu açık etsin ... ) Ama sana anlatamam, adamın bakışlarında bir şey vardı. Bir saniye, belki daha az, belki daha fazla bilemiyorum. Ama bir şey vardı bakışlarında. Bazı anlar oluyor, sanki bütün görsel öğeler, nesneler, cisimler maddeler siliniyor gözlerimin önünden, hisler ve idealar kalıyor etrafta ve ben tüm bu soyutlukların arasında rahatça dolanabiliyorum. Çok kısa süren anlar bu bahsettiklerim ama saatlere bedel. İşte öyle bir andı bu. Adamın gözlerindeki çaresizliği gördüm. Şarapçıydı belki ama insandı. Pisti belki ama açtı. Korkunçtu belki ama evsizdi. Gidip ona para vermek istedim tüm korkularını yenip ama yapamadım, olmadı nitekim. Onun yerine köşeme daha da sinip, başımı önüme eğip, gittikçe artan kalp atışlarımla otobüsü beklemeyi seçtim. O ise para isteyecek başka bir adamı..

Otobüse bindim. Staja gittim. Otobüsten indim. Staja gittim. Yemek yedim, Staja gittim. Müzik dinledim. Sataja gittim. Facebook'a girdim. Staja gittim. Adamı düşündüm. Staja gittim.

Düzen mükemmel izliyordu işte. Herkes olması gerektiği yerde, olması gerektiği şekilde. Adam duraktaki bataniyesinin altında, ben bilgisayar başında, yemekler yemekhanede, insanlar durakta..Ne kadar da güzel şekilde dolduruyorduk düzenin olmazsa olmazlarını. Büyük Modern Aristokratik Güç her şeyi ayarlamıştı,
herkesin bencil olmasını sağlamıştı,
insanları birbirinden korkar hale getirmişti daha bireyselleşsinler diye.
insanları birbirine güvenemez hale getirmişlerdi daha da yalnızlaşsınlar diye.
El alem ne der'i türetmişti, insanlar arasına kibir ve ayıplama girsin diye.
Ve ben bu dünyaya ait olmadığımı düşünen ben ne kadar da güzel dolduruyordum kendime ait olan yeri bu düzen içinde. Kızdım kendime, sövdüm, söylendim ve o gün kendimle hiç sohbet etmedim, konuşmadım ki yalnız kalsın. Kendimi, kendimden uzaklaştırarak cezalandırdım bu düzene uyduğum için ve "ben" gibi olana kadar da sürdürmek istiyordum cezamı. Bir çeşit nefesini tutma cezası gibi. Ben bu dünyanın oksijeni ile yaşamıyordum ve bana verilecek en büyük ceza kendimi oksijensiz bırakmak, diğer insanlardan biri gibi olmaktı, bana en ağır gelecek olan, en çok acı verecek olan da bu değil miydi zaten. Ta ki, korkularımı, içimden geldiği gibi yaşamaya çalışana kadar.

O sabah kalktım. Otobüse bindim. Otobüsten indim. Vapura bindim. Vapurdan indim. Durağa geldim. Adam orada bataniyesinin altında yatıyordu yine. Birazdan kalkacak, bataniyesini katlayacak, sonra kahvaltı için para isteyecekti. Kalbim yine duracak kadar hızlı hızlı atıyordu. Tüm kornalar, vapurların düdük sesleri, insan kargaşası ağır çekimle yavaşladı da bir kalbim kendine hakim olamadı. Dedim :" Heey işte fırsat, kanıtla kendime kim olduğumu ( ben bu kadar değilim kışlada ölü bir zaman...)" Karnım açtı, karnı açtı, poğaça mis gibi kokuyordu, otobüsler hareket ediyordu.

Poğaçacı adamım yanına gittim ve titrek bir sesle:
- 5 poğaça bir simit lütfen, bir tanede meyve suyu !
Adam şaşırdı, çünkü bir süredir adet edinmiştim sabahları sadece bir açma almayı, 5 poğaça, bir simit ve bir meyve suyu garip geldi ona da =)
paketi aldım. Huyumdur, her zaman poşetin tutma yerlerinin hemen altındaki kısmını başparmağımla oyar, orada kendine gelik açar ve poşeti oradan tutmaya çalışırım. Elimdeki de ince beyaz foşur foşur bir poşetti ki hemen uygun deliği kendime açtım. Zamanıydı artık.

Kalp: küt küt küt küt küt küt küt..."
damarlar: tik tik tik tik tik tik.
Saç telleri : zangır zangır zangır, zangır.
Yerime oturdum, kağıt kalem çıkardım, titreyen hecelerimle, çirkin yazılarımla yazdım : AFİYET OLSUN =).
Kağıdı poşetin içine attım, peçetelerin hemen üstüne gelecek şekilde. Yazdığım nota karşılık, simidi talep ettim poşetten, Simit hiç karşı koymadan ellerimin arasına geldi arkasında bir iki susam tanesi bırakarak, simit kolumda bilezik gibi.. elimde de poşet. Arkaya döndüm eğildim ve poşeti usulca bataniyenin yanına bırakıverdim, adamın dağınık saçları örtünün altından gözüküyordu ve beyaz, delik açılmış poşet ile arasında yaklaşık bir karış vardı ve poğaçalar mis gibi kokuyordu. Simit kolumda hala bilezik gibi... Midem karıncalanıyor, açlıktan mı hayır hayır, heyecandan, yüzümün bembeyaz kesildiğinin farkındayım. Rahatlamam lazım, rahatlamam lazım.
Pırrrrr güvercin önümde, bayılırım güvercinlere, avarebo tarzında yürüyüşleri, attıkları her adımla yerinde duramayan başcıkları ile bayılırım güvercinlere. Kolumda hala simit bilezik gibi...
Neden sonra çıkardım simidi, ikiye böldüm
bir yudum bana, bir yudum ona,
bir yudum bana, bir yudum ona.
Pııııırrr bir tane güvercin daha, bir yudum bana,
iki yudum onlara, bir bana, iki onlara derken bitirdim simidi...
Nasılda koşuyorlar, koşuşuyorlar simitlerin etrafında..
Sonra mı ?
Otobüse bindim, otobüsten indim. Staja gittim. Facebook'a girdim. Staja gittim. Yemek yedim staja gittim.

Bağırıyorum avaz avaz, duymuyor musunuz beni ?
Bakın nasıl da gülüyorum kahkahalarla görmüyor musunuz ?
Avaz avaz konuşuyor, wuhuuuuu mutluluk çığlıkları atıyordum içten içe.İşte sonunda başardım dedim kendime. Görünen köyde sistemin bir parçası olup, görünmeyen köyde kendi evrenimde korkularımı yenip, nefes almayı başardım. Bağırıyorum : "Ben 9. Henry'im," Bağırıyorum : " Güneşi ben durduracağım !" mutluyum gülümsüyorum, gülümsetiyorum.

Akşam oluyor. Satjdan çıkıyorum. Otobüse biniyorum, stajdan çıkıyorum. Otobüsten iniyorum. Stajdan çıkıyorum. Vapura biniyorum, içeri oturuyorum.
Dışarda iki arkadaş resim çekiyorlar kendilerini, aramızda bir cam. Benim burnum cama yapışık. Sonra Güliz çıkıyor: " heyy durun ben de istiyorum. Cam aralık ayağa kalkıyorum ve dişlerimi göstererek poza dahil ediyorum kendimi. Hiçbirşeyden korkmuyorum, çekinmiyorum. Deli bir sarhoşluk hali ,deli bir mutluluk halinde nereye bulsam sataşıyorum. İçimdeki Güliz benden büyük, benden fazla. Taşıyamıyorum. Taşıyorum, taşkınlık yapıyorum. İnsanların fotoğraf karelerine dahil ediyorum hayatımın "dişler" kısmını. Utanıyor muyum, ewet, kızarıyor muyum hem de nasıl. Ama Güliz bu ! kızlar fotoğrafa bakıyorlar, bana bakıyorlar ve gülüyorlar. Ben de gülüyorum. Gülüyoruz. Martılarda gülüyor. " Merhaba, demek istedim" diyorum, camı kapatıp " There is a light that never goes out " dinlemeye başlıyorum.

Take me out tonight
Where there's music and there's people
And they're young and alive
Driving in your car
I never never want to go home
Because I haven't got one
Anymore

Mutlu muyum, evet mutluyum, belki de içtiğim Lustral'ın etkisi ama umrumda değil. Umrumda olmasına izin vermiyorum. Vapurdan iniyorum. Stajdan dönüyorum. Yolda yürüyorum. Stajdan dönüyorum. Yolda yürürken sabahki adamı düşünüyorum;

acaba ne zaman uyandı?
acaba poğaçaların hepsini yedi mi ?
acaba meyvesuyunu kayısı mı tercih ederdi?
acaba meyvesuyunu tek dikişte mi içti, yoksa poğaçalara göremi ayarladı yudum sayısını?
acaba notumu gördüğünde ne hissetti?
acaba acaba acaba "Bir dost" diye de eklese miydim sonuna ....

Yolda yürüyorum. Stajdan dönüyorum. Bir adam bağırıyor : "Çocuğunu sevindir" Adam renkli baloncuklar üflüyor Eminönü balıkçılar meydanına..Baloncuklar turşu suyu satan adam arasından süzülüp, mısır satan adamın önünden geçiyor, bana geliyor. Hep yapmak istemiştim diyorum. Yakalayabildiğim kadar çok baloncuğu yakalıyorum. Sayısı mı ne fark eder, içimden bağırıyorum : "Çocuğunu sevindir" ve içimdeki çocuğu sevindiriyorum. Çocuk gibiyim ama bir o kadar da olgun.

Otobüse biniyorum, stajdan dönüyorum. Sırada bekliyorum " there is a light that never goes out" dinliyorum:

Take me out tonight
Because I want to see people and I
Want to see life
Driving in your car
Oh, please don't drop me home
Because it's not my home, it's their
Home, and I'm welcome no more

Mutluyum bugün, hiç olmadığım kadar ama bir o kadar da yorgun. Deli gibi uykum var, karnım da aç. Ama hayır yazmalıyım, yazmalıyım. düşünüyorum.
Tüm bunları " yemek yesem de mi yazsam, yemek yemesem de mi yazsam" dayanamıyorum yemek yiyorum ve yazıyorum.
Ya da yazamıyorum. Yani mutluluğu yazamıyorum. Çünkü kapının zilini çalıp, üstümü değiştirip, yemek yeyip, bilgisayarı açtıktan sonra pufff her şey sönüyor. Mutsuzluk , ümitsizlik devreye giriyor. Neden mi, ben bile bilemiyorum. Diyorum ki yorucu bir gün geçirdin. Asteks'den gelen oksijeni fazla içine çektin de bu yüzden böyle sarhoş gibisin. Bulutların üstünde yürürken bir çeşit sirkülasyona yakalandın da o yüzden bu kadar bitkinsin. Aynada bakıyorum, gülümsüyorum ama rengim bembeyaz, ya da sapsarı. diyorum fazla gittin bugün kendinin üstüne.Uykuya ihtiyacın var... Uykuuu... Lustral mı ?.... Herneyse uyku çok güzel. Birşeyler yazıyorum bloğuma ama anlatmak istediklerim bu değil diyorum. Sinirleniyorum, kapatıyorum.

içimden mırıldanıyorum :

And if a double-decker bus
Crashes into us
To die by your side
Is such a heavenly way to die
And if a ten-ton truck
Kills the both of us
To die by your side
Well, the pleasure - the privilege is mine

gözlerimi kapatıyorum .Karışığım !



15 Eylül 2010 Çarşamba

(mut)x(lu-suz)

Kapının zilini çalarken diyordum ki ne kadar güzel şeyler yaşadım 2 günden beri. Hepsini hepsini
yazmalıyım. Yemek yemesem de mi yazsam, yemek yesemde mi yazsam. Keşke yemek yemeseydim de yazsaydım. Zira hiç bir şey ertelemeye gelmiyormuş. Ertelenen şey, bayatlayan bir ekmek nasıl insanın midesine oturursa öyle insanın kalbine oturuyormuş. Diyorum hep, değişik
takıntıları olan şizofrenik bir insanım, iki günlük emeğimin eseri olan mutluluk, tek birşey ile sadece bir şey ile yerini derin bir ümitsizliğe bıraktı. Herşeyi yerli yerine koyuyorum kafamda. Belli kurallar dahilinde sistematik üşünmeye çalışıyorum. Yapıyorum da, irademin sınırlarını aşındırıyorum. Ama beni içten içe kemiren bir kurt gibi beklentilerim. Görünüşte iyiyim, güzelim, hoşum, kafa kızım, ama bir ağaç nasıl kemirirse ağacı içten içe ve o ağaç nasıl yıkılırsa en sağlam göründüğü anda. Ben de yıkılıcağım bir gün öyle..

O mutluluk anları anlatılmayacak kadar uzak şimd. Güzel bir anıdan ibaret daha 3 saat önce pırıltılarını yüzümde hissediyordm oysaki..

Şimdi derin hüzünlere, hayal kırıklıklarına ve ümitsizliklere gebe herşey. Hiçbir şey ama hiçbir şey benim düşündüğüm gibi değil. Çünkü ben bu insanlara göre düşünmüyorum. Yazamıyorum bile şu an. yorganın altına sıgınmaya ihtiyacım var. mutluluklarım mı _? boşversene hepsini ben uydurmuştum zaten, bozmasını da bilirim..

12 Eylül 2010 Pazar

'10 Şeker Bayramını da kapıdan geçirmişken, aklımızda kalanlar :

Bayram kaynağı belirsiz bir mutluluk, doyumsuz ailesel bir huzur yaşatan ve sadece yılda birkaç kez gerçekleşen öğrenciler ve çalışanlar içinse belki sadece tatili ifade eden bir olgu.

Bayram; yeni kıyafetlerin alınıp, önceki günlerde mutlaka alışverisin yapıldığı esnaflar için bulunmaz bir nimet. Bayram; yaşlıların şeker hastalıklarına rağmen tıka basa tatlı yediği ve sonrasında gelen rahatsızlıklara "Aman Haticeciğim, yılda bir kez oluyor " diye kendini savunduğu masum bir kaçamak.

Bayram belki de bir körü, cenazesinde badem gözlü diye anan yakınlarının ölülerine ihanetinin bir ispatı. Sadece bayramda hatırlanan ölülerin içten içe yakınların sitem etme zamanı.

Belki bayram bir huzurevinde geçen binbir günden bir tanesini neşeye, zaman zamansa beklenen misafirin gelmeyişiyle hüzüne dönüştüren bir büyü. Hatta belki de " Yeter ki gel bana senede bir gün" cümlesine en çok uyan kelime.

Bayram küçük bir çocuğun lunaparkta savurduğu neşe çığlıklarına bir aracı. Koca bir pamuk helvası ya da pembe bir balonun masum bir çift elle buluşma anı. Bayram öpülen bir yaşlı eline duyulan minnet ve belki alınan ilk harçlık.

Bayram Hacivat ve Karagözün kavgasındaki tatlı mana. Pişekar ve Kavuklu'nun didişmesinin sevimliliği.

Bayram aslında herşey, sahip olduğun, sahip olmayı ummuduğun herşey, yürekteki tüm güzellikler ve tüm ilkler insan hayatındaki. Bayram bir yılın 365 gününde, delinin bayrma yaptığı yerde.

Ne Dolunaydaki Kurt Adam, ne Transilvanyadaki Vampirim. Sadece yağmur altında koşan bir deliyim.

Koşmaaaaaaaaaaak istiyorum.

O kadar ki koşarken dalağım patlayacak kadar şişsin, ciğerlerim oksijen bombardımanından sarhoşlasın, acı acı yansın.

Soğuk ve temiz havayı burnumun kemiği çatlayınca kadar hissedeyim. Bir nefes alayım ki içime aldığım hava balon hafifliğinde gökyüzüne uçursun beni. Verdiğim nefes havada tozu dumana katsın ki şehrin üstünde bir sis bulutu olup Tem Avrupa yakası- Anadolu Yakası trafiğini ve Mecidiyeköy kavşağını birbirine katsın.

Öyle bir koşayım ki Yuşa Tepesi'ne erişeyim bir adımda, ikinci adımda Boğaziçi'ne doğru eğilip buz gibi soğuk su içeyim.

Şimşekler çaksın, gökler gürüldesin, yıldırımları avucumun içine alıp ezip büzüp göğsüme saplayıp, kanımı akıtayım ve insanlar savaş çıktı zannetsinler.

Öyle koşayım ki ardımda insanlar bırakayım rüzgarımla. Öyleki hava durumları kuvvetli poyraz uyarısı versinler ve tüm şehir iç hatları vapur seferlerini ertelesinler. O kadar hızlı ilerleyeyim ki 3 yağmurlu mevsim, 25 fırtına geride kalsın, peşime kurtlar takılsın ve vahşi ormanlarda kovamalaca oynayalım. Ulusunlar avazları çıktığı kadar, Ren geyikleri çıksın karşıma buz tutmuş gölden su içmeye çalışan. Tek bir hareketimle çatlatayım 20 cm kalınlıgındakı buzu.

Saçlarım ağaçların dallarına takılsın ve hiç karşı koymadan izin vereyim ağaçların birer birer saç tellerimi koparmasına. Öyleki her bir diyarın, her cılız ağacına yaprak, dal olsun yazın güneşinden uçları kırılmış saçlarım.

Ektavor çizgisine basmadan atlayıp gideyim sıcak iklimleri, meridyenler arası seke seke.. Gökgürültülerini kendime haberci bileyim. Öyle deli gideyim, öyle deli koşayım ki tek ışık kaynağım tek yol göstericim gökgürültüsüne yoldaş şimşekler olsun. Yıldırımlar mı ? Ebisemin yırtılan kenarına yama yapmak için kullandığım minik bir iğne...

Alayım elime bulutları sıkayım, ezeyim yok edeyim, son damlasına kadar.. sonra bir bakayım ki sıktığım kendi parmaklarımdan daha fazlası değil.



Eğer sinirlenirsem günün birinde koşarken bir cılız kuş beni nasıl olurda geçer diye, kalkayım atmosfere sataşayım, tutayım ortadan ikiye ayırayım hani şu tabakayı, Ozonu. Sonra dursa insanlar bunun adına Küresel Isınma deseler, ben de sinsi gülsem bağdaş kurup çekirdek çıtlatırken gezegenin üstüne.

En büyük korkum, yağmur duası yapan yerlilere görünmek olsa dua için ellerini her gökyüzüne kaldırışlarında. Koşayım, ama öyle böyle değil, çok hızlı ve çok gürültülü ama bir yandan da ruhun bedenden süzülüşü gibi... Yok olayım, sonra birden uyanayım ve kendime bıraktığım notu bulayım.



Seems that I have been held

In some dreaming state

A tourist in the waking world

Never quite awake

No kiss, no gentle word

Could wake me from this slumber

Until I realize that it was you

Who held me under
Felt it in my fist, in my feet,In the hollows of my eyelids

Shaking through my skull, through my spine

And down through my ribs
No more dreaming of the dead

As if death itself was undone

No more calling like a crow for a boy

For a body in the garden

No more dreaming like a girl

So in love, so in love

No more dreaming like a girl

So in love, so in love

No more dreaming like a girl

So in love with the wrong world
And I could hear the thunder

And see the lightning crack

And all around the world was waking

I never could go back

Cos all the walls of dreaming,

They were torn right open

And finally it seemed

That the spell was broken
And all my bones began to shake

My eyes flew open

And all my bones began to shake

My eyes flew open

Ben bir ağacım, Sabancı Üniversitesi yolunda ...


Duygular birer göçmen kuş...Sonbaharda gelirler bana, sonra ise hep giderler. Durdukları zaman dilimi içindeyse kimi zaman bir ifrit olup içimi kemirir, kimi zaman ise bi kelebek olup uçuruverir...Ben duygularla yaşamak istiyorum, o göçmen kuşlarla. Ama her sonbahar içimin ikliminde bir sertleşme hissediyorum, göçmen kuşlarda ise bir azalma.


Boşa harcanan her mevsim bir şeyler alıp götürüyor ömrümden. Yıllanmış (!) bir ağaç gibiyim artık, çok yaşlı, çok yorgun ama hala ayakta. Yeni yeni yapraklarla donatıyorum zayıf bedenimi her ilk baharda sonra döküyorum hepsini birer birer, yavaş yavaş. Kuşlara ev oluyorum bazen, bir han belki de. Nice kuşları sarıyorum kollarımla, bilmem fazla mı sıkıyorum ki hepsi uçup gidiyor ellerimin arasından. Bazen bir kurt oluyorum kendi kendimi kemiriyorum ve sonra eserimin karşısına geçip ağlıyorum


Gelip geçen göçmem kuşlar hep birşeyler alıp götürüyor bencen. Bu kaçıncı geliş, bu kaçıncı gidiş ama asıl beklenen aslında hiç gelmemiş.Göçmen kuşlar uçup giderlerken dallarımın üzerinden ben aslında onların gidişine değil, umutlarımın bitişine yanıyorum. Ben yanıyorum, onlar gidiyor; onlar gidiyor, ben yanıyorum.


Koskoca bir çevrede yapayalnız bir ağacım şimdi. Gölgem yok, bedenimi harap ettim. Anladım ki koskoca bir ömrü ellerimle heba ettim.

5 Eylül 2010 Pazar

Ben buyum, ne daha fazlası ne de daha azı, tam anlamıyla işte bu kadarım...


Bugün hiçbişey yapmadım, mutluyum ( mutlu muyum _? )

Aynaya bir kere bile bakmadı.

Sadece iki kere kalktım yataktan, ikisi de zaruri ihtiyaçlarım içindi.

Evde kimse yoktu, ne güzel dedim, istediğin kadar özgür olabilirsin ( özgür müydüm _? )
Saçlarımı toplamadım.

Hiçbişey yemedim, zaten oruçluydum, hoş oruçlu olmasaydım da yine yemezdim.

Kendime bir söz vermiştim dün akşam, işte onu tutamadım, bozdum. Ama sonra kendime dedim "Dur kızıım, noluyo!" diye de toparladım geç olmadan.

Kimse ile sesli harflerimiz kullanarak konuşmadım.

Sanal alemde konuşmaya çalıştım 3 kişi ile, ama başaramadım.

Gerçek hayatta ise henüz daha hiç sesimi işitmedim ama birazdan annem gelir, o zaman bir iki kelime harcamak zorunda kalırım belki.

İnternetten midem bulandı, başucumda duran bilgisayarı en uzak köşeye kaldırmak istedim, yapamadım.

Çözümü kafamı yorganın altına saklayıp, gözlerimi sıkı sıkıya kapatıp, mide bulantımın geçmesini beklemek de buldum.

Sonra delilik o ki geldi çattı başıma gittim facebook'da beğenmediğim kişileri sildim ve silerken ne kadar rahatladığımı farkettim. Paylaşımları, yorumları, resimleri ile sinirlerime dokunan bu kişilerin varlıkları ile yokluklarl bir idi gözümde zira..Pişman olmadım.

Telefon listemi aldım elime kayıtlı öğe 1 : Aaa, aman yanlışlıkla tuşa basılıp da ilk numara aranmasın, kontürümüz gitmesin tedbiri ile eklenmiş olan ilk kayıdı sildim acımadan, artık kimseyi yanlışlıkla aramayacak kadar farkındaydım bazı şeylerin ve yıllardır aramadığım, belki lazım olur diye nicedir tuttuğum numaranın, eski sevgilinin, "biz sadece arkadasız"'ın, zamanında eş dost olanın, gönlü kırılmasın diye numarası alınanın, hepsnın ama hepsının numarasını teker teker sildim. Mutlu muydum_? ( mutluydum )

İnternet fobim biraz kontrol altına alınınca, msn listeme el attım. Hiç konuşmadığım bi iki insanı, neden varlar diye düşünmekten kendımi alamadığım kişileri, yazdıkları arabesk ıletılerle canımı sıkanları, hepsini sildim ( ama engellemedim )

Yepyeni bir başlangıç hazırlamaya çalıştım kendime, korkularımla yüzleşmeye çalışrken aslında korkmakta ne kadar haklı oldugumu farkettım, işin kolayına kaçtım, korkmaya devam ettim. Ama bir farkla bu sefer hayatımdakı daha az ınsanlar korkmaya devam edıcektım. ( daha güçlü daha sakin, daha yalnız daha durgun, daha sakin daha suskun ... )
Bir internet rejimi geliştirdim kendime.Daha az sanal alem, daha az paylaşım, daha çok bıreysellesme ( demiştim korkularıma yenıldım dıye ) Korkularım beni uyardı " tehlıke yakın, ayagını denk al, yenılme " dıe. "Hay hay" dedim ve giyindim tüm zırhlarımı, yani giyinecegım daha.

Daha az sanal alem nasıl mı olur, sosyal paylaşım ağlarından sadece burayı kullanmakla olur, diğer zımbırtılarda kendınle ıllgı daha az tüyo vermekle olur. Böyle olmasını istedim, çünkü başımı yorganın altından kaldırdığım anda bir ses fısıldadı kulağıma : " gördün mü ya, az kalsın yine aynı hatayı yapmak üzereydın. Bu senin son kendıne gelişindi, bir daha asla vazgeçme kendınden, bırak ispat etsin sana evreninin sırlarını, ondan sonra fısıldayacağım sana onun gizli adını ...

Bugün hiçbirşey yapmadım, mutluydum ( mutlu muydum _? )

bir kere daha ve son kez anladım ...

Bir gün detaydan, ayrıntıdan, samanlıkta iğne aramaktan karnım çatlayacak...

Hayır, yaşayıp gitsem ya, neden herseyin altında başka bir anlam arıyorum neden beynim bana bu kadar oyun yapıyor ve ben binbir senaryo türetiyorum olası durumlar için, sonra da onlara göre davranmaya çalışıyor, herşeyi elime yüzüme bulaştırıyorum ...

Tam bir karın ağrısıyım, ya bu kadar kolay mı teslim oluyorum kendime. Didik didik, didik didik et hayatı , sonra git "aha, ewet bu, böyle olduğu için, böyle" de bir anlamdan bin bir anlam türet, kız, kırıl, üzül...

Sonra git ufacık bişey, incir çekirdeğini doldurmayacak bir şey bul onunla mutlu ol deli divane. Hadi bu ayrıntılarla mutlu olma meselesi güzel de, ayrıntılardan kırılma, üzülme meselesi de neyin nesi ?

E hani nerde bütüne bakma olayı, yok sen illaki kafana takıcak, inceleyecek birşey arıyorsun ya, git orda kıyıda köşede kalmış bir ayrıntı ile uğraş. Takıl o ayrıntıya, onunla ilgili bişeyler yapılmasını bekle insanlardan, yapılmadıgını, tam zıddının yapılıgını gordugunde uzul, kırıl falan fılan...


Çekilcek dert mi bu ya _?

Bu arada İstanbul'a sonbahar geldi, ne güzel =)
Bir yanım yazı özlüyor bir yanım ise yaşanacak sonbahar günlerine aşık ...

4 Eylül 2010 Cumartesi

. . .

OFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFFF

yazsam bir türlü, yazmasam başka türlü.........

bişey var gibi, ama yok da gibi

karnım ağrıyo sanki, ama ağırmıyo gibi de

yorgun gibiyim de, ama değilim de sanki....

heyecanlı gibi, değil gibi

kararlı gibiyim, kararsız gibi, emin gibi, değil gibi

Offfffffff

Blogluk bişey değil bu farkındayım ama offfffffffffffffffffff

korkuyorum, çok korkuyorum, korkularımla yüzleşmek istemiyorum,

nerden çıktı şimdi, hiç gerek yoktu...

anyway zaten geçti.......

1 Eylül 2010 Çarşamba

Kayi, in my head...


Simon and Garfunkel - Bookends

Time it was,

and what a time it was,

it was A time of innocence,

a time of confidences

Long ago,

it must be,

I have a photograph

Preserve your memories,

they're all that's left you

Dün akşamdan beri bıkmaksızın tek bir şarkı dinliyorum. Bu kadar çarpılacağımı, kendimle yüzleşmenin bu kadar ağır ve acı olacağını bilemezdim. Saklamışım herşeyi içimde, farkına bile varmamışım yaşarken, içimde barajına sığmayan kırgınlık, küskünlük, korku ve güvensizlik dün gece son damlasını almaya çalıştı, sindirmeye, yer açmaya çalıştı ama başaramadı.

Şimdi anlıyorum, benim için artık çok geç. Pişmanlıklar, hatalar, sindirilen haksızlıklar, kendi yaptığım haksızlıklar, üzüntüler o kadar derin sular yaratıyor ki kendine, her güzel duyguyu çekiyo karanlıklarına...

Bişeyler yaşandı, bitti, bitmesi gerektiği yalanına inandırdım zaten kendimi, ama aynı yalan her yaranın iyileşeceğini de söylemiyormuydu_?

Derdim biten giden şeyle değil, derdim biten giden şeyin, ben de açtığı yarada..Derdim ben de açılan yararın bugüne olan zararında!

Sorguluyor bazıları, neden hayatında biri yok diye.. Ne diyebilirim ki, nasıl anlatabilirim ki onlara iç dünyamı, nasıl diyebilirim " O bile bana bunu yaptıysa, ben nasıl tekrar güveneyim bir erkeğe" nasıl kalbimi olanca saflığı ile ona teslim edeyim. Hayatıma birini sokmuyorum çünkü, kimse Kayi olamıyor. Hep bir eksik, hep bir fazla....

Hayatımde kimse yok, çünkü, biliyorum ki , kimse benim aşka, sevgiye, bağlılığa gösterdiğim saygıyı göstermiyo, kimse değeri hak etmiyor. Çünkü kimse insan ilişkilerinde detaylara dikkat etimyor, çünkü herkes çok yüzeysel yaşıyo, eğer ben böyle birini hayatıma sokarsam, Kayi ölür, dayanamaz buna, asla kaldıramaz, ezilir bu misafirin varlığı altında. Hayatıma bu kadar düz bir insanı sokmak Kayi'ye ihanet etmek, onu kendi ellerimle öldürmek olur, sonra da kendimi..

Çok sevdiğim bir arkadasımın evinde kaldım bir akşam, sabahın sabahın 5inden 10una kadar konustuk derin konular hakkında. Aslında farklıyız onunla çoğu konuda, ama bir konuda o kadar aynıyız ki: o da, değer verdiğimiz insanları gözümüzde yüceltip, onlardan da az, biraz, avuç içi kadar, tırnak ucu kdar değer görmek. Dedim ki hayatıma birini sokmuyorum çünkü, o "biri"leri hiçbir zaman "0"olmuyor, "0" olamıyor. Etkisinden kurtuldum birşeyşlerin, etkisini atlattım. Hatta ve hatta artık onu kesnlikle ve kesinlkle sevmiyorum. O , çok güzel olan anılarımızı, kendi bencilliğine terketti gitti, umudu çiğneyerek gitti. Ben onu sevmemiştim ki, ben ona yüklediğim anlamı sevmiştim. Ondaki Kayi'nin yansımalarını sevmiştim. Hayatıma bir çok kişi girdi öncesinde. Ve ben umut dolu bir insndım, doğru kisiyi bulacağına inanan eninde sonunda. Ne mi oldu_? Doğru kişi yokmuş bunu anlamam zor oldu, Kayi zarar gördü, ben zarar gördüm, eskiden masum ve umutlu bakardım hayata, şimdi ise yorgun bakıyorum ama yine umutlu, umudum ise tek başına hayata tutanabılme konusunda. Yaşım kaç ki daha 21-22 ama çok kısa bir süre içinde çok yoğun duygular yaşadım, boşmuş....!!!

Olan aşkın gerçek olabilme ihtimaline karş olan inancıma oldu.

Hayatıma kimseyi sokmuyorum çünkü; biliyorum ben birini sevdim mi, dengeyi kuramıyorum. Yaşadığımız her ana, soluk aldığı her zaman dilimine ayrı bir anlam yüklüyorum. Hayat yapıyorum onu ve ben kendi yarattgm hayat ıcınde yasıyorum. Kendimden o kadar çok fedakarlık yapıyorum ki, tüm dünyaları karşıma alabiliyorum ona olan inancım uğruna.Aptallık, yani başka birşey değil...Çünkü hiçbir zaman "0" olmuyor ve hiçbir zaman huzurla gözlerimi kapayamıyorum. Ben deli bir insanım, hayatı mikroskobik ölçeklerle yaşıyorum. Keşke yüzeysel olabilseydim. Gözünü kaparken mutluymuş herkes, keşke ben de her gece yatağıma yattığımda gözleriimi kapayabilseydim. Mutlu olmak için gözümüzü kapamamız gerekiyormuş, ben gözü açıkken mutlu olabilen biri olmak istiyorum, ayrıntılara, detaylara ve bulutlara, gölgelere değer veriyorum. Siz yüyürken gölgelerin üstüne basarken, ben gleip geçen gölgelere selam verip gülümsüyorum. Ben hiç büyümeyen, aşırı sevinen, aşırı üzülen, hep heyecanlı, hep kırık deli çocuk, dünya bile kabul etmiyor beni... tanıyanlar bile bunu tüm boyutuyla bilmez çoğu yönümü. Ve burdan beni tanıyan herkese sesleniyorum:

" Üzgünüm dostlarım şu ana kadar, beni hiçbiriniz tam olarak tanıyamadınız, bir kişi sadece bir kisi bu kadar yaklaştı bana, birkişinin nefesini kalbimde hissettim o da rüya imiş." Hepinizin affınıza sığınarak köşeme çekiliyorum şimdi, ait olduğum yere..Özür dilerim sevgilerim, aşklarım....

Benim için artık çok geç, Kayi ise benim hayal dünyamda hiçbir zaman gerçek olamayacığını kabul etmiş seyrediyor beni.

p.s: ilk defa bu kadar düz hatlarla ve kesin çizgilerle bir yazı yazıyorum, yazan ben miyim bunu, yoksa içimdeki incinmiş küçük kız mı _? Ellerim titredi umutsuzlukla ve soğuk soğuk terledi tüm bunları yazarken. Kalbim hiç bu kadar dengesizce çalışmamıştı.. bazen o kadar yavaş attı ki, gözümden akan yaşların yavaşlığına alkış tutuyordu sanki ,onlara eşlik ediyordu, bazı an oldu, zamanın bile gücü yetmedi kalbimin atış hızını durdurmaya..Şu an ise hissettiğim tek bişey var: Kendimden korkuyorum

Bu Blogda Ara