17 Kasım 2010 Çarşamba

Bayramlar... Maskeler... Özlemler... Kızamamaklar....İyi bayramlar... Dağınıklıklar....

Mutfakta etlerin kuşbaşı halinde doğranması gerekiyor, ama ben bir yolunu buldum da kaçtım, çünkü kaçmazsam yazamayacaktım, yazamazsam ağlayamayacaktım, ağlayamayacaksam rahatlayamayacaktım.

Bayramları severim çünkü insanlar akrabaları, eşi dostu ile görüşür, sevdiklerini mutlu eder.Bayramları severim çünkü insanların kendi enaniyetlerin terkedip başka insanları da düşünmeye başladıkları  ( yapmacık da olsa, zoraki de olsa evet bu olması gereken birşey ) yegane zamanlardandır. İçinde fırtınalarda kopsa, güzel kıyafetlerini giyip makyajını yapıp el öpmeye gitmelisin, gitmelisin ki insanları mutlu edesin, insanları mutlu edesin ki mutlu olabilesin. Tatlı yersin, kahve içersin, bayramdan bayrama gördüğün insanlarla muhabbet etmeye başlarsın ve bi bakmışsın ki bi yerden sonra sen de gerçekten gülebilmeye başlıyorsun. ( bknz : rol yapmaya devam etmek bir gün belki gerçek olur umudu ile ) Böyle zamanlarda kendini kuyruğu kopan ve kopan kuyruğun yerine yenisinin çıkmasını beklemekte olan bir kertenkele gibi hissedersin.

Kapı : " Ding dong ! "
Sen:  " Hah, belki bu sefer unutmamışlardır yanlarında getirmeyi istediğim mutluluğu. "
....
Sen: Güle güle, yine gelin, hep gelin, biz hep bekleriz..
....

Kapı : " Ding Dong ..."

Haşur.. haşur..hışır... şıkır... (paket açma efekti)

Paketin içinden çıkanın lokum değil de bir parça unutubilme büyüsü, hatırlamama iksiri, özlememe sihri, gülebilme şekeri olmasını gönülden dileyerek açarsın paketi ve cömertçe servis edersin paketten çıkanları bir sonra gelecek olan misafire ( not: misafirin kendi getirdiği şey, bayram günü kendisine servis edilmez, ayıptır, olmaz; zira misafir evde hiçbişey yok mu ki biizm getirdiğimizi bize ikram ediyor diyebilir, insanlık halidir, o yüzden bi önceki misafirin paketinden çıkanlar ikram edilir.)

Paketler açılıp, paketler bitirilir her seferinde acaba bu sefer ne çıkacak merakı ile... Her misafir için ayrı bi maske takılır yüze, nitekim bi maskeyi birden fazla misafir için kullanmaya başladığında maske yüzünden düşer, iğreti durur, mazallah misafir anlayabilir ve "gördün mü bak, biz gelmeden önce maskesini değiştirmek zahmetinde bile bulunmamış " lafını bile yapabilir. O yüzden özenle seçmeli ve sık sık değiştirmelisin maskeni. Ama severim bayramları maskelere rağmen. Dedim ya çünkü bir yerden sonra inanıp gidersin rolüne, gerçekmiş gibi yaşarsın ve" hayatta bari bunu yapabiliyorum , insanlara bişey çaktırmıyorum, hayatta bari bunda iyiyim.." diye övünürsün kendinle. Bu yüzden severim bayramları kendimi takdir ettiğim az ve öz zamanlardandır zira..

Ama bu bayram bir gariplik var üstümde, bir sitem varki yüzümde ne kadar boyarsam boyayayım  kapatamıyorum yine eksik kalan yanlarımı. ( bu arada giydiğim bu elbise içinde kendimi çok rahatsız hissediyorum. Kafamı yiyeceğim yerde lokum yerim, canımı sıkacağım yerde portakal suyu sıkarım normalde, yani özetle takmam, ciddiye almam genelde problemleri ama demek ki bazı zamanlar içimde çok şey biriktiriyorum ki benim bile gücüm yetmiyor özlemlerle dalga geçmeye.

İçimde dinmek bilmeyen bir özlem var, sevgiliye duyulan özlemi geçtim, bayramlarda ortaya çıkan ve her bayramda daha da etkisini artıran ve kaynağı çok daha derinlerde yatan bir özlem var içimde. Kolay değildir bu duygudan bahsetmek ki çoğu zaman da bahsetmemeyi , göz ardı etmeyi bulurum çözüm yolu olarak. Şimdi bile binbir laf cambazlığı yapacağım direk söylemek yerine.

içimdeki özlem o kadar derin bir duygu ki bu duyguyu ancak senden bi parça olan birine duyulabilirsin. Belki de birçok şeye duyduğum bu özlem duygusu, içimdeki öze duyduğun özlemin bir tecellisidir, kimbilir. Öyle bir özlem ki yeri geldiğinde burun direklerim sızladının ne demek olduğunu anca böyle bir durumda bu kadar keskin hissedebilirsin.
Et kemikten ayrılır mı yahu ? Ewet ayrılıyormuş, hem de o et, kemikten ayrılmayı bizzat kendi istiyormuş. Gözden uzak olan gönülden de ırak mı oluyormuş ? Evet öyle oluyormuş hem de o gözden uzak olanın kendi seçimiymiş bu.Kendini bayramdan bayrama gösteriyormuş canından olan çok sevdiği parçasına !

Çok canım yanıyor, çok üzülüyorum ve çok özlüyorum bir bütün olmayı, unuttum artık biliyor musun bir bütün, bütün olarak nasıl davranır, neler yapar, nelerden konuşur, nasıl hisseder, bir bütünün parçası olan bir çocuk nelerden sitem, şikayet eder, nelere sahip olur, nelere özenir. Çünkü unuttum ben artık bütün olmayı, o bütünün bir yarısı kendi isteği ile gitti zamanın birinde ve ben eksik olan o bütünün bir parçası olarak devam ettim yaşamaya. Çok enterasan bi şey. hiçbir zaman bir daha bütün olamadık, eksik parça tamamlanınca diğer parça gitti, o yüzden bi yerden hep rüzgar aldı bütünlük hissiyatım, hep üşüdüm.

Hatırlamaya çalışıyorum şimdi bazı şeyleri, nasıl yaşardık eskiden diye, aklıma gelen tek cümle :" mutlu yaşardık " oluyor. Hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bile bile kurulan hayaller, hiçbir zama gidilmeyeceğini bile bile yapılan seyahat planları, gelecek tasarıları, pazar kahvaltıları, pazartesi gömlek ütüleme sendromları, acıbadem kurabiyeler, ülker çikolatalı gofretler, kuru et eşliğinde izlenen maçlar, sahanda yumurtalar, market alışverişleri, söylene söylene yemeye çalıştığım cumartesi akşamı balıkları... Mutlu bir bütündü o zamanlar ya, sorunsuz geçen bir ergenlik, ergenlikten olgunluğa geçişte yaşanan derin çöküntülerin üste üste gelmesi ile ortaya çıkan erken yaşlanma hissi. Güven duygusunun şekillenmesi gereken evrelerde gerçekleşen yıkımlar, gidişler geri gelmeyişler, hiç gelmeyişler, terkedişler, başlayamamışlar, düşüüyorum da hepsi ama hepsi o yarım kalan bütünden içeri sızan soğuk havanın bir sebebi.

Sonra düşünüyorum yine ve her zamanki gibi kimseye kızamıyorum, (yani kızıyorum da en fazla 3 dakika, sonrasında salak beynim yine bir şekilde diğerlerini haklı çıkarabiliyor kendince ) Herkes kendince haklı, sanırım hayatımın bir döneminde, bişeylere inanmaya en ihtiyacımın olduğu döneminde biri gizlice fısıldamış kulağıma :

"HERKES KENDİNE GÖRE HAKLIDIR .."

Diye ki hayatımın merkezine kazımışım bunu ve herkesi haklı çıkarmışım kendi gözümde. Çok da yanlış bir felsefe değil hani, herkes bencildir, kendi canının bi parçası da dahil olmak üzere (!) , herkes ilk önce kendi mutluluğunu düşünür ve buna göre davranarak sebeplerini şekillendirir. Ben şimdi kızamam ki bu insancıklar kendileri mutlu edecek yolu seçtiler diye, ben nasıl kendi mutluluğum için çırpınıyorsam bu insancıklar da aynı şeyin peşinde. Aslında hepimiz aynı şeyin peşinden koşuyoruz, sadece kimimizin dişleri daha keskin kimimizin değil. Herkes kendi mutlu olduğu yoldan gitmelidir ama ne bileyim bi yerlerde kalbimi kıran, inciten bir nokta var, tabiki mutlu olmak ,kendi sebeplerini peşinden koşmak zorunda ama bu kadar soğuk, uzak ve yabancı olmak zorunda mı kendi canına.

Sorguluyorum bir şeyleri. Diyorum ki bütün içinden biri sana bu kadar uzak olabiliyorsa, başka ne ehemmiyetin olabilir ki diğer insanların hayatlarında. Onun hayatında sen yerine getirilmesi gereken koskoca bir sorumluluk, bir görev iken ve sana sevgisinin sadece kısıtlı bir bölümünü sunarken, belki de çok yanlış şekillerde sunarken, başka insanlar nazarında nasıl bir değerin olabilir ki, nasıl bir sevgi besleyebilirler ki sana, neden beslesinler ki hem ? O yüzden sen sen ol, insanların hayatında çok hafif bir yük ol, fazla şey bekleme, isteme, umma, sevme çünkü nasıl olsa hak ettiğin karşılığı hiçbir zaman bulamayacaksın.
Al işte o bütünden sonra hiç denemedin mi eksik kısmı doldurmayı, denedin ama anlatamadın yine kimseye kendini.
Biri vardı, bencildi, ortak hayatınızı değil de kendi hayatını seçti. Kızdın mı, hayır, kızamazsın ki, haklı kendince. Haklı mı ?
Biri vardı o da kendini düşünüyordu ve farklı şeyler bekliyordu senden, kızdın mı hayır, gittin ama kızmadın, kızamazsın ki kendince haklı. Haklı mı ?
Biri var ki en çok o acıttı, "ben sonum" dedi, "bu son" dedi, "gel bende dinlen" dedi, sonra baktın ki o da aynı cehennemin dibinden gelmiş, sana cennet vaad ederken, içten içe kendi cehennemi içinde yakmaya hazırlanıyormuş meğer; bilemedin, hiç kimseye olmadığın kadar açık oldun bu kişiye, ama ne dedi , "İDEOLOJİ" dedi, "BİZ BÖYLEYİZ, SİZ BÖYLESİNİZ, BEN BÖYLEYİM.." dedi ve sormadı bir kere bile "Sen nasılsın?" diye, kimbilir sorsaydı, onun istediği gibi olabilirdin, çalışabilirdin çünkü o kadar çok üşüyordun ki..Üstelik bu kişi seni en zayıf olduğun yerden vurdu. Kayi, Kayi bile canımı bu kadar yakmamıştı, Kayi'nin zararı banaydı, ve Kayi'nin gidişi benimle ilgliydi, oysa bu son gelen beni can evimden vurdu. Beni değerlerim yüzünden, bütünümün yarısının benim tercihimin dışında eksik kalması yüzünden, kendi yüce saydığı ama bir o kadar sahte inanışları yüzünden ve bütünümün o değerlere hiç uymayışı yüzünden ezdi geçti. En çok ben bu son gelenden sonra incindim.Çünkü bu son gelen o ana kadar üzerini sürekli örttüğüm, görmemezlikten geldiğim, dalga geçtiğim acıyan yanlarımı yüzüme vurarak gitti kendi yeni dünyasına.

Ne uzun oldu be, bunlardan bahsetmeyi hiç ummuyordum oysaki, şöyle bi bayramda neden hüzünlü olduğumdan bahsedip et doğramaya gidecektim oysaki. Konu konuyu açtı, misafir gelmedi, annem etleri kendi başına doğradı ve ben bu noktalara geldim. E nasıl toparlayacağım şimdi, boşver toparlamak da istemiyorum.

BIRAK DAĞINIK KALSIN HERŞEY !!!!

peki babacığım , bıraktım dağınık kalacak herşey

ve sesime kulak veren herkes, hepinize tekrar iyi bayramlar. Sürç i lisan ettiysem affola ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara