19 Haziran 2010 Cumartesi

En iyi bildiğim şeyi yapıyorum : Gidiyorum ...

Birazdan dayım gelir ve biz otogar'a gideriz.. Uçakla gitmek çok daha makul bir çözüm olabilir herkes için, ama karanlıkta, sadece sokak lambalarını ve yol işaretlerini takip ederek, km sayarak kulağımda ipod'uma yüklediğim yeni müzikleri dinleye dinleye gitmeyi tercih ettim. Düşünmem gereken çok şey var kafamda ve kalbimde sorgulamam gereken birikmiş , sıkışmış onlarca duygu.. Kafa karışıklıkları üzerine düşünmek için uzun yol birebirdir hem karışık düşünceler alınmış kararlarla sonlanmasa bile , herşeyden kurtulmayı sağlayacak güzel bir tatil seni bekliyor olur, kafanı dağıtırsın... Düşünülmesi gerekenler ise daha da karmaşıklaşan hale bi sonraki uzun yolculuğa kalır ( hissediyorum bi sonraki uzun yol çok uzağımda değil, sanırım bu yaz uzun yollar sayesinde halletmem gereken bir çok meseleyi halletçem )

....

Gidiyorum. Gitmek istiyorum. 1 hafta süren ev kızı mod=10'dan çıktım ve bi sonraki rolümü üstlenmek için büyük bir sabırsızlık içindeyim. Projenin adı " Kendini Keşfet" ve ben bu proje ile insanlara yeni yeni şeyler öğretmenin yanında kendimi de keşfedeceğim. Kendime yeni bir rol biçip, zaman zaman giymek üzere dolaba saklayacağım. Heyecanlıyım o yüzden bu yolculuğa çıkan Güliz eski Gülizlerden çok farklı olacak. Bu Güliz herşeyi ile yeni olacak. Eskiden beri insanların mutlu olmalarını sağlayarak kendimi mutlu etmesini bildim, bundan sonra bu konuda kendimi daha da geliştirmiş olacağım, bu yeni Güliz'in öğretmen sıfatı da olacak. Heyecanlıyım , daha yolun başındayım..

Şimdi gitme vakti birazdan dayım gelir beni otogara bırakmak için ve benim hala bavulların içine yerleştiremediğim eşyalarım var.. Veda kısmını es geçiyorum bu sefer. Sinop anıları, resimleri , yorumları ile beni özleyin.. Çünkü ben hepinizi ( özellikle KAYİ'yi ) özlüyorum..

17 Haziran 2010 Perşembe

how to be a house girl in one day.


Bayılıyorum değişik karakterler sergilemeye.. Asıl Güliz'i, şu ana kadar sadece bir kişi biliyor. O ise öldü ( bknz: Senin annen bir melekti yavrum ) Şimdi ise insanlara kendimi tanıtmamanın mutluluğunu yaşıyorum. Herkes Güliz'in bambaşka bir halini görüyor. -i hali, -e hali, -de hali, -den hali. Ben kimseye Güliz'in yalın halini göstermezken içten içe dalga geçiyorum kendimle ve insanlara.. ( -Suusss Güliz, şimdi duyacaklar sesini, biraz daha yavaş gül-)


Bugün bahsetmek istediğim Güliz'in ev kızı hali. Bu hal ki genelde uzuun aralardan sonra evime döndüğümün ertesi olan 1 hafta ile 10 gün arasında değişen bir zamanı kapsamakta. Gün içinde yaşanan ev kızlığının şiddetine göre bu hal değişimler göstermekte, seneden seneye düzensiz bir eğri boyunca uzanmakta. Bu sene 5 er günlük periyodlar şeklinde 2 kere yaşanması bekleniyor. İlk dalga, şu an içinde bulunduğum. Tahminen 3. gün 6. saat içindeyim şu an. Demek 2 günüm kaldı, neyseki bu bitiş tarihi Sinop'a gidişime denk geliyor ki, yerime alternatif bir Güliz bulunmakta zorlanmayacağım.

Ne Yapar peki ev kızı Güliz ?

Annesinin arkadaşları ile takılır ve içten içe bundan zevk de alır. Eskiden bu muhabbetlerin dışında kaldığını görür, şöyle bi çevresine bakar yaşıtını göremeyince mecbur yarı hayal aleminde yarı gerçek dünyada konuşmaları dinlemeye devam eder, teyzelerin yüzlerine bakar onları hikayelerin kahramanı yapar, içten içe güler sonra düşündükleri anlaşıldı diye utanır, bir soru sorulunca kızarır bozarırdı :) Şimdi hayaller yok mu , tabi ki var hem de yaratıcılığın sınırlarını zorlayan hayaller ama artık bir yandan hayaller kurup bir yandan konuşmalarına dahil olmayı, herşeyden öncesi artık utanmamayı öğrendim ( biz büyüdük ve kirlendi dünya ya da biz kirlettik dünyayı dilemması ) Herneyse yazıyı arabesk esziler eşliğinde meze kokutmayacağım. Ev kızı Güliz konuşmalara dahil olur, artık oturmaya başlayan fikirlerini söyler, teyzelerin fikirlerini çekinmeden eleştirir yeri geldiğinde, bacak kadar boyu ile koca koca teyzelere kafa tutar. Kabul etmek lazımdır ki böyle zamanlarda Ev kızı Güliz'in ruhuna biraz biraz Sabancılı, eleştirici Güliz de kaçmıştır =) Ama çoğu zaman izlediği diziler hakkında konuşur, hak verir, üzülür, beraber dizi seyrederken gözleri dolar, sonra nerden çıktığı bilinmez bir deftere Naciye Teyzenin browni tarifi yazılır. Beraber mantı açmak için Sinop'tan gelişi ertesine sözleşilir. Sonra boşalan çay bardakları tazelenir. Eğer çay kaşığı bardağın ağzına yatırılmışsa o kişinin çayı tazelenmez. Sonra ev kızı Güliz çok güzel kahve yapar Naciye Teyze'nin kahve falında söylediklerine şaşırır, heyecanlanır, araya bir iki tane okul anısı sıkıştırır.. Annesi ile pazara gidip, pazarcılarla "domatesin kilosu kaça_?", " Arkalardan verme bak arkalara çürükleri koymuşsun. önlerden ver bize şöyle.." şeklinde diyologların sahibesi olur. Kendi yarattığı küçük dünyasında mutludur çokça.

Ama her Güliz gibi bu da yakışmaz tam olarak ona. Bir parça eksik, üç beş parça fazladır ev kızlığı ona..Süresi en fazla 10 gündür. Hatta bu kadar uzun sürerse ters bir etki ile birden İsyankar Güliz rüzgarları baş gösterebilir .En iyisi 5 gündür, en temizi, en dertsizi. Şimdilerde içimdeki ev kızı mutlu, aşk yok, acı yok, dert yok, tasa yok. Ama biliyorum ki geçici bu yağmurlar. Yoruluyormuyum sürekli kıyafet değiştirir gibi "ben" değiştirmeye tabiki yoruluyorum ama hayat herşeyi eksiksiz tam bir ben koymamış ortaya ne yazıkki.


Ama hayata koca bir teşekkür borçluyum, çünkü mutluyum herşeye rağmen çünkü diğer insanlardan farklıyım. Beni hiçbirşey öldürmez, herşeyi atlatırım ama sıradan olmaya dayanamam, numüne bir hayat sürmek , başkalarının kullana kullana eskittiği hayatları yaşayacağıma, hiç bilinmeyen yollarda yuvarlanmaya , bir yanımın hep eksik kalmasına razıyım. Hem belki içimdeki eksik yan bir gün hayatımın aşkı'na kavuşunca dolacak ( ben onun kim olduğunu biliyorum ama onun bundan haberi yok ) Çünkü ben insanın kaderini ve hayatına değiştiren 3 şeyin varlığına inanırım

1- Dua
2- Sadaka
3- AŞK...



Değişik Güliz'leri içimde barındırmak kimine göre belki bir dengesizlik örgüsü, haklılar da hiçbir zaman dengeli bir insan olduğumu söylemedim, aksine dengesiz delinin tekiyim. Ama ben dengesizliğimi Özgür Güliz, Ev kızı Güliz, Şımarık Güliz, İdealist güliz, tembel Güliz ... diye sınıflandırmakla bir tutmuyorum. Aksine bu kadar farklı kişiyi içimde barındırmaktan çok memnunum. Çok yanlız bir insanım aslında, Gülizlerim de yanlızlığım içinde beni eğlendiriyor. Bir zamanlar insan bağımlısıydım. İnsansız yaşayamazdım ama hepsinden teker teker kazıklar yiyince yanlızlığımı kendimle doldurmasını öğrendim. Ne diyorduk, heh evet ben dengesizim ama bu açıdan değil, ( neden dengesiz olduğumu da başka bir yazıya saklayayım ) bu bence bir insanın çok yönlü olduğunun, girdiği her ortama uyum sağlayabildiğini gösteren herkeste olması gereken bi özellik, heee yanlızlığı içinde kendini türevlendiren insanlara daha fazla yakışıyor orası ayrı.


Zamanların birinde hayatıma bir insan girmişti ve bana dengesizliğin, neşe kadar yakıştığını söylemişti. Eskiden iki ayrı yönümdü neşeli olmak ve dengesiz olmak, şimdilerde ben büyüdüm ve ikisini harmanlamayı öğrendim. Bir yanım eksik kaldı ikisi alıp harmanlayınca ama olsun ne de olsa insanın kaderini hayatını 3 şey değiştirir ve ben inanıyorum ki bu üçlünün eksik kalan yanımı doldurmaya yeter neymiydi onlar:


1-DUA

2-SADAKA

3-AŞK


...

14 Haziran 2010 Pazartesi

there is no plan, that is the plan....

ne yani Özgür müyüm ben şimdi..

Aynaya baktığımda hiç de özgür bir insan profilim yok ama :( Hala final döneminden kalma halim canımı sıkıyor. Ve hala kanatlarım çıkmadı.. 2 saattir bekliyorum havalanmak için ama bekledikçe vücudum daha da külçeleşiyor, ağırlaşıyor ve yere mıhlanıyorum. Belki de izlediğim yol yanlış, uçmak için kendimi yüksek yerlerden bırakmak gerek, risk almak gerek. belki yeterince hazır değilim henüz özgür olmaya, dışarda akıp giden hayat nedense şu an korkuttu beni ki ben hayatı atardamarından yakalayıp beraber nefes alıp vermeyi seven kız, hani nerdeyim şimdi. Aynaya bakıyorum ve halim hala finallerden çıkmış bir öğrenci olduğumu mırıldanıyor.

////////////////////////////////////////////////////////////////////// İşte bu noktadan sonra balıklama dalıyorum konuya, sanırım ilk okul sıralarında öğretilen Giriş Gelişme Bölümüne bir hazırlık paragrafıdır, konu okuyucu ile tanıştırılır öğretisinin benim Blog'umda pek bi yeri yok... bknz: ( There is no procedure, that is the procedure )
/////////////////////////////////////////////////////////////////////

İşte bunu sevmiyorum, işte bundan nefret ediyorum: planlar yapıp, planların çok güzel olacağına kendini inandırıp, sonra mutlu olmak için hiçbirşey yapmaksızın gelmesini beklemek. Neden? Çünkü plan yapıldı , mutlu olanacak; o kadar. "MUTLU OL BU BİR EMİRDİR." Oysa bu , hayatın damar tıkanıklığı. Hayat akışkandır, sıvıdır, beklemeye, bekletmeye gelmez. An olur su olur buharlaşır, an olur buz olur acıtır. Sen gidip "hım, 18.06.2010-23.07.2010 tarıhlerı arasında buhar olucam dersin ama hayat seni yanıltır buza çevirir yazın ortasında. ( kabul ediyorum, havamda değilim edebiyat yapamıyorum, ama yazmak istiyorum ve bu isteğimin önüne siz değerli okuyucalar bile geçemezsiniz.) O yüzden bırakıcaksın kendini hayatın akışına, onunla birlikte sürükleneceksin gerekirse, çünkü ancak o zaman mutlu olabilirsin. Aklımdan nice manyaklıklar yapmak geliyordu, ki bir çogunu da yaptım. Fakat şu an o yaptıklarımı yapmış olmak beni hiç heyecablandırmıyor. Çünkü herşey, hepsi , yaşandığı anında güzeldi. Aklına bişey mi geldi, hemen yapacaksın, ertelemeyeceksin ( koş yoksa düşersin ). Çünkü asıl mutluluğun kaynağı belki de o birçoğumuzun yakayamadığı o sanıyenın 1/10'undadır. Ve mutluluğa bu kadar yakınken onu geri çevirmek " üzgünüm bugün git 14 hazırandan sonra gel sekerım " demek tam bir zavallılık pasiflik örneğidir. Zaman geçiyor ayın 14'ü geliyor ve sen saçma sapan planlarını uygulamaya başlıyorsun, mutluYMUŞSUN GİBİ davranıyorsun. Ama kanatların çıkmıyor, havalanamıyorsun ( kuş gibi uçacak zannettim, kaya gibi yere çakıldı) kalbin göğüs kafesine baskı yapmıyor heyecandan ve kahkalarındaki cıvıldamalar duyulmuyor. Ve sen planının bedelini yaşıyorsun. Mutluluk bu basit vaatlere, planlara kanmayacak kadar tecrübeli ve sen bunun böyle olduğunu anlayamayacak kadar cahilsin çünkü...

O yüzden sevgili okuyucu sen sen ol, benim bugün için düştüğüm yanılgıya düşme. Şu günden sonra feci mutlu olacağım, rahatlayacağım, şunu yapacağım , bunu yiyeceğim deme, deme yanılırsın, planlarını gerçekleştirir misin, ewet ama ağzında şekeri kaçmış Şıpsevdi Sakızı tadı bırakır. O yüzden yarın sınavın mı var, erken mi kalkman gerekiyor, kalk, çalış, yap onları da ama fedakarlığın hayatının rutin işlerinden olsun ( daha az dizi seyret ) seni bekleyen o eşsiz benzersiz "an" içinden olmasın. O anın bir daha geliri yok çünkü ve düşün ki mutluluk o her bir an beyaz eşyalarımızın sarılı olduğu koruyucu kabarcıklı muşambaların üstündeki pıt pıt' ların birinin içinde saklı hangisinde olacağı malum değil, en iyisi hepsini denemekte, tüm anları gerçekten "YAŞAMAKTA".. Yarın ne mi olacak kimin umrunda.....ne demiş çok sevgili bir dizi karakteri:

THERE IS NO PLAN, THAT'S THE PLAN..

11 Haziran 2010 Cuma

Yavuz Bingöl - Ayriliğin Hediyesi



AYRILIĞIN HEDİYESİ

Şimdi saat sensizliğin ertesi
Yıldız doğmuş gökyüzü ay aydın
Avutulmuş çocuklar çoktan sustu
Birben kaldım tenhasında gecenin
Avutulmamıs ben.

Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
Ki bu yaşlar
Utangaç boynunun kolyesi olsun
Bu da benim sana
Ayrılırken hediyem olsun.

Soytarılık etmeden güldürebilmek seni
Ekmek çalmadan doyurabilmek
Ve haksızlık etmeden doğan güneşe
Bütün aydınlıkları içine sezebilmek gibi
Mülteci isteklerim oldu arasıra, biliyorsun
Şimdi iyi niyetlerimi
Bir bir yargılayıp asıyorum
Bu son olsun, son olsun.

Şimdi saat yokluğunun belası
Sensiz gelen sabaha günaydın!
İşi gücü olanlar çoktan gitti
Bir ben kaldım voltasında gecenin
Hiç uyumamış ben

Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
Ki bu yaşlar
Utangaç boynun kolyesi olsun
Bu da benim sana
Ayrılırken hediyem olsun.

Kafamı duvara vurmadan tanıyabilmek seni
Beyninin içindekileri anlayabilmek ve
Yitirmeden yüzündeki anlık tebessümü
Bütün saatleri öyleyce
Dondurabilmek için
Çıldırasıya paraladım kendimi
Lanet olsun
Artık sigarayı üç pakete çıkarttım günde
Olsun gözüm olsun, ne olacaksa olsun..

mutsuzum.... hem de çoook .... nedenini bilmiyorum.... ya da biliyorum....İçimden tüm insanlara çatmak geliyor , yaşadıkları için.... içim sıkılıyor.... salıncakta sallanmak... koşmak bile iyi gelmedi.... neyin iyi geleceğini bilmiyorum.... sinireliyim.... kızgınım..... tüm dünyaya öfkeliyim... öfkemi göstermenin hain planlarını yapsam....tüm insanları kulaklarının içinden kızgın yağ süzerek öldürsem.... özellikle beni bu denli üzenleri..... öfkem geçince çok daha makul düşünücem biliyorum....hatta bu durumdan en iyi şekilde yaralanmasını da bilcem.... Böyle biriyim işte ben DENGESİZZZZZZZ..............Ne kadar yararıma çevircek olsam da bu durumu, canım hiç yapıcı olmak istemiyor, yakıcı , talan edici, küçük düşrücü olmak istiyorum..... mutsuzum çünkü.... umutsuzum..... nedenini bilmiyorum..... ya da biliyorum.... içimden tüm insanları öldürmek geliyor.... sadece yaşadıkları için... Şizofrenim ben , hem de dengesiz.....

10 Haziran 2010 Perşembe

Vedalar...




Söylemek istediğim ama söyleyemediğim herşey boğazıma tıkanıp, nefes almamı engelliyor, kalbim şişiyor, vücuduma yaptığı basıncın eseri gözümden akan bu yaşlar. Her veda hüzünlendirir beni. Büyük bi beladan kurtuluyor olsam bile yine de üzülürüm. Çünkü yaşadığım şerde ne sancılarla kıvrandığımı, nasıl eskidiğimi, hiçbir zaman ondan önceki ben ile aynı olamayacağımı , ne kadar çok eksildiğim ve ağırlaştığımı görürüm el sallarken. El salladığım musibetten ziyade ondan önceki Güliz'dir aslında. İnsanlar gülerse gülsün, anlam veremesin, yadırgasın umrumda değil..




Okul bitecek bikaç gün içinde. Koskoca bir seneye neler neler sığdırmadım ki. Şu sandalyede şu bilgisarın başında otururken beynimden ve kalbimden neler geçti, ne çocuksu sevinçler ve ne olgun acıla yaşadım. Masamın üstüne konuçlanmış her bir eşya şahittir buna, bir dile gelse anlatsalar. Bu yüzden ben eşyalara da çok fazla değer veririm. İnsanlar yine anlamaz beni, belki de bir kısmı bu kadar materyalıst olmamam gerektiğini , önemli olanın maneviyat olduğunu nasihat bile edebilir. Susarım böyle zamanlarda, LAL olan dilim iyice tutuklaşır. Söylemem ki onlara eşyalara verdiğim bu önem maneviyat aşkımın içime sığmayıp eşyalara taşmış halidir. Bilen bilir, hatıra kutumun içinde nice kağıt parçaları vardır üzerinde saçma sapan çizimler olan ama benim üzerine hayatın da ötesinde anlamlar yüklediğim. Ben geçen zamanı, hatıra kutusunda biriktirdiğim eşyalardaki artışla orantılı olarak hesaplarım. Zaman geçmiş ve hatıralarım kutulara sığmaz olmuş bu aralar, sanırım yeni bir kutu almam gerekicek ve hatıralarım arasına sıkışmış yıllarım matruşa bebekleri gibi birbiri içine saklanarak büyüyecek ve gün gelip biri benim de çocukluğuma inmek isteyince en büyük bebekten en küçüğe doğru teker teker açması gerekecek.




Eşyalar... Hepsi o kadar memnunlar ki şu an ki yerlerinden, hiç gücüm yok onları sürüklemeye kolilere. Kimse bilir mi acaba, eşyaları oldukları yerden kaldırıp, tozunu alıp kutulara kaldırırken,


her biri inceden inceye bir ağıt tutturur. Ben duyarım işte bu iniltiyi , işte bu yüzden vedalar bende bu denli hüzünler bırakır. Herşey insanın hafızasına gözlerinini içine nakşolur ama bazen insan hafızası yetersiz kalır işte o zaman onların izini biryerlere bırakmak gerekir ve ben de eşyaların içine bırakırım usulca hatıralarımı. Herşeyi bırakırım da gözlerimin hatırasını nereye bırakırım bilmiyorum. Çalışmaktan, düşünmekten yorulduğumda canım kenarına oturur, uzun uzun bakarım hep aynı yere, herşeyi bir yerlere oturtuyorum da bu cam köşesi hatırasını nereye oturtacağım bilemedim... Vedalar hüzün verir insana heleki hatıralarını nerelerde saklayacağını bilmediğin vedalar daha da acıtır canını.




Şimdi veda zamanı geldi tekrar bana, çok sıkıldığım, cok mutlu olduğum, çok yorulduğum, çok büyüdüğüm ama çok çocuk olduğum evimden, okulumdan gidiyorum. Ceplerime siğdıramadım, yüreğimden taşan, dilimden dökülemeyen, gözlerimle anlatamadığım hayallerim, sözlerim, hatıralım var. Kolilere sığdırmam gerektiğim koca bir Güliz var şimdi elimde. Melekler mutluluğu insanların yüreklerine koymuşlar ki onu en hakedenler, mutluluğun yüreklerde gizli olduğunu farkedenler alıp kullansın diye, peki ya ben, ben kendimi nereye saklamalayım acaba?




( 3 seneden beri her eşyalarımı toplayışımda dinlediğim bir şarkı var, Biraz konsept dışı ama ben bunu da ekleyerek, şarkını uyarlanmasını siz okuyucalarımın ( olmayan okuyucularım ) yaratıcılığına bırakıyorum, herkesin kendi vedasına göre yorumlaması dileğiyle...


Lal )




Sonun da bitti işte sevdamız,


Bu ev kaldrmıyor ikimizi!


Hatırla bu eve girerken ikimiz,"Bir ömur boyu" deyişini..


Sensiz olmaz sanırken bedenim,


İstemiyor artık bedenini!


Ödedik yıllarca evli kalarak,


Bu ödünç aşkın bedelini..


Toplanıyor eşyalar, çekmecelerde sabun kokusu..


Titriyor ellerım bavullarda anıların kabusu


Taşınan sadece esyalar değil ki,


Odalarda,yuregimde bohçalanmış..


Her şeyi topladım bir de baktım ki;


Bende soyadın kalmış..






http://www.izlesene.com/embedplayer.swf?video=158648" />http://www.izlesene.com/embedplayer.swf?video=158648" wmode="window" bgcolor="#000000" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" menu="false" scale="noScale" width="400" height="300" type="application/x-shockwave-flash">

bende soyandin kalmiŞ!!! izlesene.com







Sıradan yaşamak istemiyorum....

Sıradan olmaya, sıradan bir hayat sürmeye, gündelik yaşamaya dayanamıyorum. Sıradan bir hayat içinde kendi gerçek kimliğimi bulamıyorum..


Final haftasındayız... Bütün gün nerdeyse ders çalıştım. Yaptığım tek şey yemek yemek , tuvalete gitmek, ders çalışmaktan ibaretti. Alabildiğine giden bir edilgenlik, dümdüz yaşamak...

Amaaaaa bir dakika, bir ara mutlu olur gibi oldum. Aklıma bir fikir geldi (aslında uzun zamandan olan bir fikirdi bu, zamanında yapmıştım da çok da güzel bir anı olarak kalır ben de ) tüm arkadaşlarıma mail atıp , bizm gece saat tam da bu sıralarda, hatta daha da absürd bir saatte ( 1:47 mesela ) bizim IC'ın arkasındaki havuza girmeyi teklif edicektim ...

Düşünsene bir, kapa gözlerini ve hayal et. Çılgın bir arkadaş grubu 2 kişi, 3 kişi 10 kişi hiç farketmez ama herkesin heyecandan gözlerinin içi parlıyor, kahkahaları cıvıldıyor. Sonra hani o hep biizm deli gibi ders çalıtığımız ( kabul ediyorum , çoğu zaman çalışamadığımız ) yerin arkasındaki havuza (havuz da bildiğin klorlu süs havuzu ) aynı anda hepberaber kıyefetlerle (amaç ümkün olduğu kadar çok ıslanmak, sonrasında üşüyüp, çorba içmeye gitmek daha zevkli oluyor ) atlayıp, balıklar gibi çırıpınmak, halay geçmek, saçmalak....Sonra hiçbişey olmamış gibi tüm ıslaklığımızla Pi'gastro 'ya yayla çorbası içmeye gitmek. Ne müthiş olurdu, düşündüm, düşündüm düşündüm. Böyle bir mail atsam bana olumlu dönecek olan kaç çılgın kişi tanıyorum. Aslında varlar, burnum keskindir kokularını alıyorum ama kimiyle nedense uzağım, kimisi kendini naza çekiyo, kimi ise çoğunluğun sağlanmasını bekliyor... Velhasıl ne havuza girebildim, ne de yayla çorbası içebildim. Sadece ders çalıştım (Pıfff!!!)

Kendimi kaybettim , acaba nerede şu an. Günlük meşgaleler içinde debelenirken yemek tabağının altında sıkıştı kaldı heralde, ya da ne bileyim Yaprak Dökümü'nü izliyorken koltuğun arasına unutmuş olabilirim. Herşeyin gri olduğu , duvardan insanlarla bezenmiş hayatlardan o kadar korkar ki o. Oysa ki o hayal duraklarında köşe kapmaca oynamalı masallarla, rüyalarla..

Nerdesin Kayra, ben Kinyas sana sesleniyorum: Sen de gidersen ne gelir benden geriye. Yas'ım gider, Kin'im kalır.
""""Kayraa hadi gel biraz çıkıp dolanalım.."""

p.s : Hakan Günday'a sonsuz teşekkürler güzel eseri KAYRA & KİNYAS için

7 Haziran 2010 Pazartesi

we could be the same...

Manga'dan bangır bangır " we could be the same" dınlıyorum.

Şarkıların içine fazla girip, kendimi kaybetmem, ordaki her duyguyu daha da derinlemesine yaşamam zaten süregelen birşeydi ama şu sıralar görüyorum ki durum pek de lovely ilerlemiyor (bknz:endişeli ben) İş çığrından çıkmak üzere, kendimi keybetmiştim zaten de, bu kaybetmişlik içinde seni oralarda bulmaya çalışmak yeni adetim.

Her şarkı bir anlam, bi benr hikaye yüklüdür benim için ve ben hemen hemen tüm sevdiğim şarkıları senle doldurmuştum her zerresine kadar, bu şekilde mutlu oluyordum. Ama artık iş çığrından çıktı. Artık şarkıların içine seni sığdırmıyorum, daha da fazlasını yapıyorum. Şarkılarla şizofrenik bir ilişki içine girdim. Bana besleyemediğim tüm güzel duyguları sanki şarkılarda hissediyormuşsun gibi
her birini el üstünde tutuyorum. Sanki sen de beni seviyomuşşsun, benimle aynı hisleri paylaşıyormuşsun da söyleyemiyormuşsun gibi heyecanlanıyorum avaz avaz " we could be the same" diye her sefeirnde bağırdığımda, hoplayıp , zıpladığımda.

Var mı böyle bir şizofrenlik ya, sanki şarkı sen tarafından bana yazılmış da , ben duyuyorum ve sana karşılık veriyorum. Seni şarkıların içine sığdırmaya çalışırken farketmeden kendime onlar içinde ikimiz için bir dünya kurmuşum. Öyle bir dünya ki bu , senin bile girmene izin vermiyorum aslında. Yani sen , şu an olduğun halinde günlük meşgaleler içinde hayatı yuvarlayan sen ilgilendirmiyorsun beni aslında. Hitabım benim kendi yarattığım sen, ya da bir zamanlar senin yarattığın sen, belki de hiç yaratılmamış olan sen ama şurası muhakkak ki aslaa ve asla gelecekte yeri olamayacak olan sen .
Yani aslında seni sevmiyorum, sende yarattığım Kayi 'yi seviyorum. (Kayi senin adın :) o yüzden şarkılarıma sen giremiyosun, günlük hayattta getirdiğin sislerle kirletemiyorsun şarkılarımı. Bu öyle birşey ki mutluyum aslında. Seninle yaşamak istediğim herşeyi sen olmasan da yaşıyorum işte. ""Pump it""" derken seninle dans ediyorum, Ezginin günlüğü dinlerken sana sarılıyorum ve "we could be the same " de senden gelen itirafları dinliyorum.
Tee zamanların bir zamanlarında öyle bir arada " we could be the same" demiştin. Ne bana, ne kimseye öylesine, Manganın ikinciliğinden bahsediyordun yüksek ihtimal ve ben tüm konuşmalar arasında ağzından çıkan tek bir cümleyi, bu cümleyi duydum, aklıma kazındı , şarkıma kazındı. Artık her seferinde senin ses tonuna uyarlıyorum , müzik alt yapısı ve hayalleri benden, söylemesi senden. Daha da mutluyum şimdi şarkıyı süsleyen sesin var çünkü, hayallerimi şarkılarımı sesinle ödüllendirdiğim için teşekkür ederim Kayi :) Sakın gelip bozma bu dünyamı ama..
Seninle çok iletişim içinde olmamayı seçtim biliyorsun çünkü sıradan ilişkileri, başkalarının dünyalarını paylaşıyoruz, bize ( yani şizofrenim içinde yarattığım sen ve bana ) uygun değil bu dünya, bu dünyada nesneler var sadece , mekanikleşen hareketler var, senin , benim, onun, bunun, şunun görüntüleri var , biz yokuz orda kapkara gölgelerimiz var ve ben hep korkmuşumdur kara gölgelerden, seninkinden korktuğum gibi . Şimdiden seninkinin gelip hayallerimi, şarkılarda kurduğum, senin de beni sevdiğim ama söyleyemediğin dünyayı bozmasından korkuyorum. çünkü yaparsın biliyorum, seni sevdiğim kadar acımasız ve bencilsin de , bunlar senin gölgeler dünyasında yaşattığın yönlerin , bunlarla savaşabilecek gücüm yok o yüzden minimal düzeyde iletişim + bol hayal = Mutlu Güliz ;)


Gözlerimi kapıyorum şimdi ve avazın çıktığı kadar, gözlerinin içinde yanıp sönek ışıklarla
" for just one night we could be the sama, no matter what they say!!!"
diye şarkımı söylediğini görüyorum .. Burası güzel, herşey güzel, sen güzelsin :)

Sen ?

Sen kimsin pekii ?

Sen Kayi'sın

6 Haziran 2010 Pazar


Yaşasın gök gürlemesi....

Gök Gürlüyor ve ben kendime pay biçiyorum. 3 noktanın arkasında biriktirdiğim herşeyi söyleyecekmiş gibi heyecanlanıyorum...

Lal: "Durun benim de söyleceklerim var"

Gök gürlüyor ve ben seviniyorum. Sanki içimde sıkışan kozalar birer birer kelebek doğuruyor. Çırpınıyor kelebeklerim göğüs kafesimden dışarı fırlamak için. Neyin habercisi bu uğuştu, dışarda gök gürlüyor ve fırtınalar kopuyor içimde...

Neyim var benim. Gök gürlerken neden başımı daha da yukarı kaldırıp meydan okuyorum geceye..Niye bu cesaret , niye ve kime...

Gök uğılduyor, tee bir yerlerde bir dede torununu azarlıyor ve gök kımıldıyor...

Kimbilir belki benim gibi yağmur yağarken başını göyüzüne kaldırıp yüzünün her hayat karesini yağmurlara zemin yapan başka insanlar da vardır...

Gök gürlüyor, kanımın damarlarım arasından pompalanışı gibi. Hani insan heyecanlanınca kalbi daha hızlı atar ya, gök gürleyince de hayat heyecana geliyor. Belki beraber olmayı umut bile edemeyeceği sevgilisi ile köşe başında karşılaşıyor, ya da korkulu bir rüyanın ertesinde nefes nefese uyanıyor...Kimse biliyor mu acaba?? --hayat da yaşıyor.---

Bazen o kadar yakınımda hissediyorum ki nefesini burun buruna geliyoruz. Nefesi karışıyor nefesime, sıcaklığını hissediyorum ve çekip giderken bıraktığı kokusunu... Ben her gök gürlediğinde içimdeki kelebekleri hayata hediye etmek için başımı yukarı en yukarı kaldırdığımda hayat minik bir buse bırakıyor dudaklarıma..

Yağmurlar yağıyor ve tem tüm rüyalarımı yağmurlarla yıkıyorum temizlensin diye. Günahkar rüyalarım var benim, umut bile edemediğim rüyalara günahkar rüyalar derim ben. Bu yüzden her yağmur yağdığında gökyüzünde melekleri yakalamaya çalışıyorum, rüyalarımı affettirsinler diye...

Yağmur yağıyor ve ben biliyorum birileri var , var birileri hayatta yağmur yağarken başını gök gürültüsüne kaldırıp hala kelebekler doğuran...

5 Haziran 2010 Cumartesi

Umut etmemek ile edememek farklı şeyler. Bunu senin

Galata Kulesi'nde

İstanbul'un akşamını Galata Kulesi ile beraber karşıladım o gün. Kulenin delice rüzgarını sarı sıcak gün yüzüne tercih ederken özgürleşmiş hissettim kendimi. Hazerfan Çelebi Haklıydı aslında...

Sanki atlasam, bulutlardan aşağı kuş gibi süzülüp Teoman'ın tüm gemilerini, Fatih'in camilerini, pazar kalabalıklarını, İstanbulu içime sığdırabilcektim...

Büyümek bu olsa gerekti...
Ve ben sonunda büyümüştüm.

Karar verdim tam o anda. İstanbulu kimse ile paylaşmayacaktım. Şehrin büyüsü içinde kendimi sarhoş ederken kimse olmayacaktı yanımda. Bu duygusallığı kimse bilmeyecekti İstanbul, ben ve Hazerfan Çelebi dışında. İstanbul mahremimizdi, söz vermiştim Çelebi'ye sadece ona anlatacağıma dair şehir hikayelerini, sadece onunla paylaşacağıma dair bu masumiyeti.

O zamandan beri beklerim Galata'nın rüzgarına her kavuştuğumda bir gün Hazerfan'a da kavuşabilmek için..

Bu Blogda Ara