12 Eylül 2010 Pazar

Ne Dolunaydaki Kurt Adam, ne Transilvanyadaki Vampirim. Sadece yağmur altında koşan bir deliyim.

Koşmaaaaaaaaaaak istiyorum.

O kadar ki koşarken dalağım patlayacak kadar şişsin, ciğerlerim oksijen bombardımanından sarhoşlasın, acı acı yansın.

Soğuk ve temiz havayı burnumun kemiği çatlayınca kadar hissedeyim. Bir nefes alayım ki içime aldığım hava balon hafifliğinde gökyüzüne uçursun beni. Verdiğim nefes havada tozu dumana katsın ki şehrin üstünde bir sis bulutu olup Tem Avrupa yakası- Anadolu Yakası trafiğini ve Mecidiyeköy kavşağını birbirine katsın.

Öyle bir koşayım ki Yuşa Tepesi'ne erişeyim bir adımda, ikinci adımda Boğaziçi'ne doğru eğilip buz gibi soğuk su içeyim.

Şimşekler çaksın, gökler gürüldesin, yıldırımları avucumun içine alıp ezip büzüp göğsüme saplayıp, kanımı akıtayım ve insanlar savaş çıktı zannetsinler.

Öyle koşayım ki ardımda insanlar bırakayım rüzgarımla. Öyleki hava durumları kuvvetli poyraz uyarısı versinler ve tüm şehir iç hatları vapur seferlerini ertelesinler. O kadar hızlı ilerleyeyim ki 3 yağmurlu mevsim, 25 fırtına geride kalsın, peşime kurtlar takılsın ve vahşi ormanlarda kovamalaca oynayalım. Ulusunlar avazları çıktığı kadar, Ren geyikleri çıksın karşıma buz tutmuş gölden su içmeye çalışan. Tek bir hareketimle çatlatayım 20 cm kalınlıgındakı buzu.

Saçlarım ağaçların dallarına takılsın ve hiç karşı koymadan izin vereyim ağaçların birer birer saç tellerimi koparmasına. Öyleki her bir diyarın, her cılız ağacına yaprak, dal olsun yazın güneşinden uçları kırılmış saçlarım.

Ektavor çizgisine basmadan atlayıp gideyim sıcak iklimleri, meridyenler arası seke seke.. Gökgürültülerini kendime haberci bileyim. Öyle deli gideyim, öyle deli koşayım ki tek ışık kaynağım tek yol göstericim gökgürültüsüne yoldaş şimşekler olsun. Yıldırımlar mı ? Ebisemin yırtılan kenarına yama yapmak için kullandığım minik bir iğne...

Alayım elime bulutları sıkayım, ezeyim yok edeyim, son damlasına kadar.. sonra bir bakayım ki sıktığım kendi parmaklarımdan daha fazlası değil.



Eğer sinirlenirsem günün birinde koşarken bir cılız kuş beni nasıl olurda geçer diye, kalkayım atmosfere sataşayım, tutayım ortadan ikiye ayırayım hani şu tabakayı, Ozonu. Sonra dursa insanlar bunun adına Küresel Isınma deseler, ben de sinsi gülsem bağdaş kurup çekirdek çıtlatırken gezegenin üstüne.

En büyük korkum, yağmur duası yapan yerlilere görünmek olsa dua için ellerini her gökyüzüne kaldırışlarında. Koşayım, ama öyle böyle değil, çok hızlı ve çok gürültülü ama bir yandan da ruhun bedenden süzülüşü gibi... Yok olayım, sonra birden uyanayım ve kendime bıraktığım notu bulayım.



Seems that I have been held

In some dreaming state

A tourist in the waking world

Never quite awake

No kiss, no gentle word

Could wake me from this slumber

Until I realize that it was you

Who held me under
Felt it in my fist, in my feet,In the hollows of my eyelids

Shaking through my skull, through my spine

And down through my ribs
No more dreaming of the dead

As if death itself was undone

No more calling like a crow for a boy

For a body in the garden

No more dreaming like a girl

So in love, so in love

No more dreaming like a girl

So in love, so in love

No more dreaming like a girl

So in love with the wrong world
And I could hear the thunder

And see the lightning crack

And all around the world was waking

I never could go back

Cos all the walls of dreaming,

They were torn right open

And finally it seemed

That the spell was broken
And all my bones began to shake

My eyes flew open

And all my bones began to shake

My eyes flew open

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara