4 Aralık 2010 Cumartesi

Gözler ki yuvalarında tedirgin birer kımıltı

Gözler...

Ben insanları gözlerinden tanırım. Gözlerinde severim, gözlerinde öldürürüm. İnsanlar ilk önce gözümden düşer sonra hayatımdan. Çok kızdığım birini, çok sinirlendiğim birini gözlerinden öldürmek isterim. Çatal batırıp, yuvalarından çıkarmak, çatalı batırıp, yumurta sarısı nasıl dağılırsa gözün öyle dağılmasını seyretmek gibi...

Gözler..

Gece yatıp da gözümü kapattığımda, gözleri unutamam, bütün gün boyunca baktığım gözlerin hepsi birer birer sıralanıp geçer gözümün önünden. Bazen daha sıkı sıkı kapatırım ki gözlerimi, gözlerime takılan gözler, kafamın içine yerleşemesin, yerleşemesin ki hayatımda yer edemesin. Yer edemesin ki beni sonra üzemesin. Ama bazen olur ki, çok seyrek, zaman zaman (rarely) nüfus eder beynimin tam ortasına gözler. İşte o zaman da hikayesini bulup çıkarmaya çalışırım.

Gözler....

Tedirginlikle kımıl kımıl kımıldanıyor göz çukurları içinde. Belirsiz bir telaş içinde gibi, belirsiz bir dinginlik içinde gibi. Özel hiçbir şey yok, hayat ışıltısı ve canlılık dışında. Chicago müzikalinin açılıp kapanan perdeleri gibi ışıltılı bir perde var gözlerde. Ne zaman baksa gözlerim gözlere ışıl ışıl parlıyor. Heyecandan mı ? Bilinmez. Mutluluktan mı, sanmıyorum, mutsuzluktan mı, hayır  hayır. Birşey var gözlerde baktıkça insanda hikaye yazma hevesi uyandıran. Ne hikayeler yazardım gözlere. Herkesin hayata açılan penceresi gözleri, biz dışardakiler hayat oluyoruz bu bir çift göz için. Ayrıca herkesin içine açılan penceresi de gözleri. Bu yüzden de inatla ve inatla gözlerinden insanların içine bakmaya çalışıyorum.

Gözler, anladı bu sefer hayatının derinliklerini görmek istediğimi, anladı hayatının atar damarını yakalamak istediğimi, ilk önce huzursuz huzursuz kıpırdattı bakışlarını, başka yerlere odakladı bense inatla takip ettim. Gözkapaklarının ne kadar ağırlıkta olduğunu ve onların düşüşüne izin vermemek için ne kadar insanüstü bir çaba sarfettiğini, bakışlarını kaçırmakta ne kadar yetenekli olduğunu bir bir gördüm. Gözbebekleri yuvalarında huzursuz bir şekilde kımıldanırken bir oraya bir oraya, gözlerinde çakan şimşeklerin birer ışık hüzmesi olarak yansıdığının farkında değildi. İnsanlarla konuşurken bazen şefkat doluyordu göz bebeklerinin içine. Gördüm bizzat gördüm böyle anlarda, sulanıyordu gözleri, daha bir ışıldıyordu şefkat ile temizlendikten sonra. Şefkat gösterirken kısılıyordu gözleri bir süreliğine ve kendini ordan oraya atan telaşlı bakışlar bir an için sadece bir noktada kilitleniyordu. Bakışlarını çok uzun bir süre belli bir noktada tutamıyordu, aynı noktada 3 saniyeden fazla barınamıyordu gözlerini şefkat anları dışında. Gözlerimi kapattım, zorlama kendini ben anlıyorum seni dedim iç sesimle, duymadı- duydu- duymadı yahu, evet evet duydu. Duydu da duymamazlıktan geldi, çözümü bakışlarını kaçırmakta ve konuyu değiştirmekte buldu. Konuyu değiştirdi ve telefondan impreal March çaldı. Ben daha çözemeden gözlerindeki sır perdelerini  lenslerimin yapıştığı gözlerimi açamayacak haldeydim. Ve ben gözlerimi açamazken, aklımdan geçen gözler kendini soğuk su ile bir sonraki rüyaya bıraktı. Rüya bu ya gizlice zülfü Livaneli'nin şarkısını mırıldanıyordu : Gözlerin....

Ne dinliyorum : Zülfü Livaneli- Gözlerin

http://www.youtube.com/watch?v=TByizQrTfD4

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara