9 Temmuz 2010 Cuma

Panoramada birer birer yıkılan ideolojiler..





1453 Panaroma Müzesi...

İstanbul halkının geçmiş kalmış bir ihtiyacını karşılayan İStanbul Büyükşehir Belediyesi'ni tebrik etmekten başka birşey düşmez bana. Kuşkusuz belediye son iki yılda İstanbul Kültür Başkenti 2010 etkinlikleri kapsamında pek çok güzelliği, eseri halkıyla buluşturdu ve buluşturacak da fakat tüm bunlar içinde tüylerimi diken diken edecek olan başka hangi müze veya etkinlik olacaktır kuşkuluyum açıkçası..

Panaroma 38 metre yarıçaplı kürenin içine inşa edilmiş. Onu bu kadar güzel kılan da yürenin yüzeyine yapılan resimlerin, surların aslında gerçek yerlerinde oluşu. Hemen önünüzde gördüğünüz
surlar gerçekten de var. Kürenin yüzeyini saydamlaştırdığınızı hayal edip, bakışlarınızı müzeden dışarı verince resmini gördüğünüz surların gerçeği ile karşılaşıyorsunuz ( tabi ki yüzlerce yıl sonrasındaki haliyle )

Çerçevesi ve sınırı olan bir resim, ne kadar derinlik ve üç boyut duygusu uyandırırsa uyandırsın çerçevesini ya da sınırını görebiliyorsanız, onun sizden ne kadar uzakta asılı olduğunu anlarsınız. “İSTANBUL 1453 Panoramik Müzesi”ndeki çalışmada resmin bittiği yer diye bir şey olmadığı için, resme bakan kişi optik alışkanlıklarıyla eserin gerçek boyutlarını kavrayamayacaktır. İzleyici, platforma çıktığı anda 10 saniye kadar sürecek bir şok yaşamaktadır. Bu durum, resmin gerçekliğini ve boyutlarını kavramayı sağlayacak referanslar, başlangıç ve bitiş gibi dayanak noktaları bulamamanın şaşkınlığıdır. Burası insana, kapalı bir mekâna girildiği halde, bir şekilde tekrar üç boyutlu dış mekâna çıkılmış duygusunu yaşatmaktadır. (http://www.panoramikmuze.com/)

Panaromadaki çizilen 10000 figür o kadar gerçekçiydi ki ön planda duran askerlerin yüz ifadesini görünce top atışlarının ortasında kalan o dehşet anlarının içinde buldum kendimi. Sanki surların tepesinden kutsal askerlerimizin üzerine bırakılan yağın diri bedenleri cayır cayır yakışına 10 metre öteden bakıyormuşum gibi telaşa kapıldım bir an. Sanki biraz daha ilerleyebilsem o vadi boyunca tüm askerlerin yüz ifadelerini okuyabilecekmişim izlemine kapıldım da ziyaretçilerle resimleri eşyaları ayıran teratuarlar durdurbu beni.


( bknz: Ekibin bir kısmı çok miktarda ayrıntının 14 metre mesafeden görünmeyeceğini savunmuş, sonunda sanatçılar 14 metreden görünmese de biraz fazla ayrıntıya yer verme konusunda anlaşmışlardır. Böylelikle bir ziyaretçi farklı zamanlarda müzeye geldiğinde daha önce görmediği bir ayrıntıyı fark edebilecektir. )


Yapılacak bir şey olmadığının farkına varmamla kendimi büyük bir utanç ve pişmanlık silsilesinin içinde bulmam bir oldu. Kara kalpaklı komutanın bakışlarını üzerimde hissettim ve sorguladım kendimi atalarımızın bizlere bıraktığı bu emanete ne kadar yararlı olup onu ne kadar geliştirebiliyoruz diye...


O kadar insan bir hiç uğruna mı ölmüştü, üzerine bastığımız bu topraklarda bizler pervasızca cirit atalım diye mi kanlarını akıttı. İçim öfke ile titredi. Hedefi herkes olan ve aynı zamanda hiçbirşey olan bir öfkeydi bu, zaten içimdeki öfkenin kesin olarak yönünü hiçbir zaman tayin edemeyişimden ötürü savunamadım hiçbir görüşü. O zaman hissettiğim ise o zamandan beri türetilen her türlü ideolojinin içinin kof ve sönmüş, kirlenmiş, saflıktan uzak ve bayağı olduğuydu. Ve biz ecdadamızın kol kola girip savaşıp bizlere bahşettiği bu emanet topraklar üstünde birbrimizin ideolojisini yarıştırıp, bir karış toprak için, 3 kat fazla elbise için acımazsızca birbirimizi öldürüyoruz. Hangi akım insana ortak tarihini unutturup, insana ideolojilerden daha fazla değer verip, yüreklere nifak tohumlarını serpebilirdiki. Şu zamana kadar hiçbir yere ait olmayan ideolojik bakış açım , panaromadan sonra kesinliğe kavuştu. Görüşlerim hiçbir akıma malzeme olamazdı. Çünkü hepsinin içi kof, byağı ve saflıktan uzak, şeytan işiydi. Atalarımız tarafından uzun zahmetler sonucunda kazanılan bu cânım topraklarda, can cana kıymadan, basit ve mutlu bir hayat sürmek varken neden bu kavga. Farkettim ki hiç bir taraf bu basit ve mutlu dünyayı vaad etmiyor. Herkes kendi ırkının zulme uğradığını ve intikamını alması gerektiğini savnuyor, Tanrı aşkında herkes kendi ırkının üstünlüğünü sağlamak peşine düşmüş, bu halleriyle
şu resimde küfeleri taşıyan eşekten bile daha aciz bir hal alıyorlar fikrimde. En azından bu eşek'in küfeleri taşıyarak bir faydası olmuş nesline, bu devirdeki ideolojik insanlarımızın bırak kaydasının dokunmasını, birer kene gibi içten içe sömürüyor, kanatıyorlar kültürel mirasımızı..

Çok gezen mi bilir çok okuyan mı bilir diye düşünür dururlar, işte cevabı insanın vicdanında gizli ne çok okuyan kütüphanelerce bilgiyi yalayp yutan biliyor ne de deli gibi gezen gören inceleyen kişi. Bilen kalbimde, derinlerde inceleme, eleştirebilme gücüne sahip olan..Fatih Sultan Mehmet bu kişilerden biriydi o Allah'ın " Doğu ve Batı da Allah'ındır " ayeti kerimesi altındaki derin manayı kavramış ve fethinden daha çok önem verdiği İstanbul'un imarını yaparken yıllar boyu barış içinde yaşayacak bir milletin de temellerini atmış oldu. Öyleki yerel İstanbul halkı "Latin külahı görmekten ise Osmanlı sarığı görmek isteriz " diyerek tercihlerini belli ettiler.
Şimdi içinde yaşadığımız ayrılıkçı, bencil, kendi ırkının derdine düşmüş aciz topluluğu esefle kınayıp, Fatih Sultan Mehmet yürekli insanların hala yaşıyor olması için dua ediyorum..

....Allah hepimizi kirli ideoloji akımlarından koruyup, basit ama temiz hayatlarımızla mutlu olmamızı nasip etsin ve siyasi çatışma ağlarına düşen kullarını affetsin....

Amin....

1 yorum:

  1. çok güzel bir yorum ama bi sorun var yorum ne kadar iyi olsada insanlar bu güzel duyguları başta kendisi içten özümseyemezse ve onu da dışına yansıtamazsa o zaman yalnızca güzel bir yorum oluyor ecdan bizim şu zamandaki halimizi görse acaba bize ne derdi bunların cevabı kendimizde gizli aynalar gösterir bize o cevabı

    YanıtlaSil

Bu Blogda Ara