30 Eylül 2010 Perşembe
l just did what l had to do .
Yasmin Levy Gidiyorum diyor.
bir kere olsun mutlu bir hayat yaşamak için gidiyorum.
teşekkür ederim bana söylediklerin için
beni sevdiğin için
kendimi kandırmayı bırakıyorum
bak bana
ruhum kanıyor...
Ben diyorum. Gidiyorum. Neden gidiyorum, gidilecek neresi kaldı, görmediğim, yaşamadığım hangi duygu kaldı. "Güven" dışında. gidiyorum üstelik giderken kendimi kandırıyorum " I've seen it all" mırıldanıyorum gizli gizli ama yeni bişeyler görmüşçesine sevinip rol yapmaya gidiyorum.
Geçmişin gözlerine bakıyorum sonra soruyorum: Kimsin ?
kendime soruyorum, aslında ben kimim ?
İçimde garip bir boşluk. Eskiden geçmiş vardı, takılıp kalırdım ona. İleriyi göremezdim, geçmişin sıcak anılarında sarılır sarmalanır uyurdum her gece. Sımsıkı sarılırdı bana, canımı acıtırcasına. Onu var ya onu deli gibi sever, deli gibi korurdum. Kendimden bile. Acı çekerdim. Derin derin nefeş alışlarım var olurdu, geri veremeyişlerim. Onunla geçen "an"ları beynime kazırdım, kana kana doya doya yaşardım. hiçbir saniyesini israf etmeksizin, saatlerce izlerdim, bakardım, sükrederdim.
Şimdi bakıyorum tekrar ve soruyorum kendime : kimsin sen, ben kimim ?
Acı bitti, acı kalmadı, nefret de kalmadı. Bakıyorum gözlerine geçmişin tanıdık birşeyşer görmeye çalışıyorum. Hafızamı zorluyorum, o kadar eskide mi kaldı geçmiş, sana soruyorum. hiçbirşey göremiyorum. Acı aşamasında gözlerine bakamazdım, bir şey belli edeceğim sanırdım. gözlerine bakıyorum, hiçbir şey belli etmiyorum, çünkü acı bile hissetmiyorum.. hiçbir şey..O kadar rahatım ki, ciddi ciddi sohbet bile edebiliyorum. Nerden nereye.Biraz yaşlanmış hissediyorum kendimi ,hayli de yorulmuş. Hiçbir şeye takadi kalmamış ama yine de biraz gülümser buluyorum kendimi.
Bana bakıyorsun, her zamanki gibi, her zamankinden daha farklı, yabancı ve unutkan_? Eskiden bana nasıl bakardın, bilmem hatırlamıyorum eskiden bana nasıl baktığını. O kadar öldürmüşüm ki içimde seni. o kadar tüketmişim ki tüm güzel şeyleri geçmişle ilgili, bana nasıl baktığını bile hatırlamıyorum, bakıyor muydun onu bile bilemiyorum.
Sen beni öldürmüştün ya, ya da kurban etmiştin ya, ya da hiç yaşatamamıştın ya işte ben seni öyle öldürmüşüm içimde. Senin bana yaptığını ben kendi içimde sana yapmışım. Geçmiş, artık ne kadar uğraşsan da, bitmiş artık. Sana duyduğum bir ölünün mezarına gidip de saygı belirtmek gibi bir şey. Sana duyduğum çok yaşlı bir adamın hafıza kaybından önceki halini bilen tek kişi olmanın ağırlığını taşımak. Sana duyduğum, suç işlemiş birinin suç ortaklığnı taşımak. Bilir misin bilmem, beni hiç tanıyabildin mi ? Eskiden zihninden geçenleri okurdum, gözlerinden taşardı tüm harfler, sen bişey demeden ben anlardım. Şimdi baktığımda o gözlere uzaktan, boşluktan daha fazlasını göremiyorum. hissettiğim boşluktan fazlası değil artık. Ne bir eksik ne bir fazla, tam anlamıylı boşluk.
Bitti zor oldu ama bitti...( l just did what l had to )
Kayi'nin geçmiş zaman hali bitti gitti.
Geriye kaldı hiç bir zaman olamayan yalın hali ve bir güliz.
29 Eylül 2010 Çarşamba
l feel emptiness in my veins ...
Hiçbirşey hissetmiyorum bugün, çok garip bir gün. oldukça garip. hiç bu kadar boşlukla mücadele etmemiştim. Beynim o kadar çok ağır ki şu an, boynum ağrıyor kafamı tutmaya çalışırken. İnsanların sesleri birbirine karıştı düşüncelerimde. Kahkahalar, gülüşmeler, çığlıklar, yakınmalar, fısıldaşmalar herşey ama herşey birbirine girdi.
içimde çok büyük bi özlem var. Dalga geçiyorum duygularımla, abartıyorum. İnsanlar beni ciddiye alıyor ne kadar lay lay lom diyorlardır muhtemelen. kim biliyor ki içimdeki sesi bastırmak için bu kadar yüksek sesle ve çok şey söylüyorum. inanmadığım, hoşuma gitmeyen şeyleri söylüyorum sanki savunduğum doğrularmışçasına.Gözlerim dalıyor sonra susmayı seçiyorum. Çok derin bir özlemin işaretçisi bu ( ara verdim çünkü, uzun bir süre hiçbirşey düşünmeden ekrana öylece bakakaldım. ) içimdeki özlemin herhangi bir hedefi yok. Özlediğim insanlar değil, özlediğim zamanlar var.
24 Eylül 2010 Cuma
Sisler kaplamıştı heryeri ve bulutluydu hava, hayli de soğuktu. Fabrika bacasından tüten dumanlar yine karartmıştı insanların hayatlarını, halicin suları her zamanki gibi kusuyordu tüm kirliliğini.
Herhangi bir günden biriydi işte o gün de, yaşam herkesin kaderine farklı bir imza atıyordu.
Herkesin birbirini karaladığı şu dünyada asıl suçlu hiçbir zaman bulunamıyordu. Öyle ya kim sorumlu olabilirdi ki yaşananlardan, kimse sorumluluğu üzerine almak istemiyordu. Tek kişilik davalarda binlerce insan yargılanmaya kalkıldı. Ne bitmez bir davaydı ki bu zaman bile yenik düşmüştü.
22 Eylül 2010 Çarşamba
Mutluluğu insanların yüzlerinde aramayı bırakalı çok oldu, çünkü...

20 Eylül 2010 Pazartesi
yazınsal değeri olmayan sinirsel anlar...

Seni asla affetmeyeceğim Kayi...
Gece ( şiir)
gücü herşeyin üstünde olan,
yenilmez olan , falan olan,
fistan olan,
Aşk varya, yalan işte o !!!
19 Eylül 2010 Pazar
18 Eylül 2010 Cumartesi
Kayi'ye.
Geç kalmış bir anlatım.. l feel that l am growing older !

Bu 3. inşallah bu sefer başaracağım. Bazı şeyler hemen su üstüne çıkmayı sevmez. Derinlerde gezinip, büyümeyi, olgunlaşmayı, yüklenmeyi sever. En doğru zaman ve en doğru yerde ortaya çıkmak için sabırla bekler.. Şu an bazı şeyler anlatmak için kendimi yeterince olgun hissediyorum. Bir haftadır, insanlara hiçbir şekilde belli etmediğim bir şekilde çeşitli duygu gelgitleri yaşıyordum. ( olgunlaştım, artık dengeyi buldum demeyeceğim; çünkü olgunlaşmak bu değil bence ) Mutluluklar biriktiriyordum anlatmak üzere ama sonra ufak bir rüzgar esiyor, bir koku getiriyor ve ben kendime yepyeni üzüntüler türetiyor, saklanacak yer arıyordum. Şu an her şeyi anlatabilirim sanırım. Anladım ki bazı şeyleri söylemek için olayların üstüne 2 kere duş alıp, 3 kere yemek yeyip ve bir t-shirt almak gerekiyormuş ( just kidding ! ). Hiçbir şey değişmedi aslında bende , boşuna demedik " NOTHİNG GONNA CHANGE MY WORLD!" diye. Ewet hiçbir şey değişmedi ama duygular gelişti..
Where there's music and there's people
And they're young and alive
Driving in your car
I never never want to go home
Because I haven't got one
Anymore
Because I want to see people and I
Want to see life
Driving in your car
Oh, please don't drop me home
Because it's not my home, it's their
Home, and I'm welcome no more
Crashes into us
To die by your side
Is such a heavenly way to die
And if a ten-ton truck
Kills the both of us
To die by your side
Well, the pleasure - the privilege is mine
15 Eylül 2010 Çarşamba
(mut)x(lu-suz)
yazmalıyım. Yemek yemesem de mi yazsam, yemek yesemde mi yazsam. Keşke yemek yemeseydim de yazsaydım. Zira hiç bir şey ertelemeye gelmiyormuş. Ertelenen şey, bayatlayan bir ekmek nasıl insanın midesine oturursa öyle insanın kalbine oturuyormuş. Diyorum hep, değişik
takıntıları olan şizofrenik bir insanım, iki günlük emeğimin eseri olan mutluluk, tek birşey ile sadece bir şey ile yerini derin bir ümitsizliğe bıraktı. Herşeyi yerli yerine koyuyorum kafamda. Belli kurallar dahilinde sistematik üşünmeye çalışıyorum. Yapıyorum da, irademin sınırlarını aşındırıyorum. Ama beni içten içe kemiren bir kurt gibi beklentilerim. Görünüşte iyiyim, güzelim, hoşum, kafa kızım, ama bir ağaç nasıl kemirirse ağacı içten içe ve o ağaç nasıl yıkılırsa en sağlam göründüğü anda. Ben de yıkılıcağım bir gün öyle..
O mutluluk anları anlatılmayacak kadar uzak şimd. Güzel bir anıdan ibaret daha 3 saat önce pırıltılarını yüzümde hissediyordm oysaki..
Şimdi derin hüzünlere, hayal kırıklıklarına ve ümitsizliklere gebe herşey. Hiçbir şey ama hiçbir şey benim düşündüğüm gibi değil. Çünkü ben bu insanlara göre düşünmüyorum. Yazamıyorum bile şu an. yorganın altına sıgınmaya ihtiyacım var. mutluluklarım mı _? boşversene hepsini ben uydurmuştum zaten, bozmasını da bilirim..
12 Eylül 2010 Pazar
'10 Şeker Bayramını da kapıdan geçirmişken, aklımızda kalanlar :
Bayram; yeni kıyafetlerin alınıp, önceki günlerde mutlaka alışverisin yapıldığı esnaflar için bulunmaz bir nimet. Bayram; yaşlıların şeker hastalıklarına rağmen tıka basa tatlı yediği ve sonrasında gelen rahatsızlıklara "Aman Haticeciğim, yılda bir kez oluyor " diye kendini savunduğu masum bir kaçamak.
Bayram belki de bir körü, cenazesinde badem gözlü diye anan yakınlarının ölülerine ihanetinin bir ispatı. Sadece bayramda hatırlanan ölülerin içten içe yakınların sitem etme zamanı.
Belki bayram bir huzurevinde geçen binbir günden bir tanesini neşeye, zaman zamansa beklenen misafirin gelmeyişiyle hüzüne dönüştüren bir büyü. Hatta belki de " Yeter ki gel bana senede bir gün" cümlesine en çok uyan kelime.
Bayram küçük bir çocuğun lunaparkta savurduğu neşe çığlıklarına bir aracı. Koca bir pamuk helvası ya da pembe bir balonun masum bir çift elle buluşma anı. Bayram öpülen bir yaşlı eline duyulan minnet ve belki alınan ilk harçlık.
Bayram Hacivat ve Karagözün kavgasındaki tatlı mana. Pişekar ve Kavuklu'nun didişmesinin sevimliliği.
Bayram aslında herşey, sahip olduğun, sahip olmayı ummuduğun herşey, yürekteki tüm güzellikler ve tüm ilkler insan hayatındaki. Bayram bir yılın 365 gününde, delinin bayrma yaptığı yerde.
Ne Dolunaydaki Kurt Adam, ne Transilvanyadaki Vampirim. Sadece yağmur altında koşan bir deliyim.
O kadar ki koşarken dalağım patlayacak kadar şişsin, ciğerlerim oksijen bombardımanından sarhoşlasın, acı acı yansın.
Soğuk ve temiz havayı burnumun kemiği çatlayınca kadar hissedeyim. Bir nefes alayım ki içime aldığım hava balon hafifliğinde gökyüzüne uçursun beni. Verdiğim nefes havada tozu dumana katsın ki şehrin üstünde bir sis bulutu olup Tem Avrupa yakası- Anadolu Yakası trafiğini ve Mecidiyeköy kavşağını birbirine katsın.
Öyle bir koşayım ki Yuşa Tepesi'ne erişeyim bir adımda, ikinci adımda Boğaziçi'ne doğru eğilip buz gibi soğuk su içeyim.
Şimşekler çaksın, gökler gürüldesin, yıldırımları avucumun içine alıp ezip büzüp göğsüme saplayıp, kanımı akıtayım ve insanlar savaş çıktı zannetsinler.
Öyle koşayım ki ardımda insanlar bırakayım rüzgarımla. Öyleki hava durumları kuvvetli poyraz uyarısı versinler ve tüm şehir iç hatları vapur seferlerini ertelesinler. O kadar hızlı ilerleyeyim ki 3 yağmurlu mevsim, 25 fırtına geride kalsın, peşime kurtlar takılsın ve vahşi ormanlarda kovamalaca oynayalım. Ulusunlar avazları çıktığı kadar, Ren geyikleri çıksın karşıma buz tutmuş gölden su içmeye çalışan. Tek bir hareketimle çatlatayım 20 cm kalınlıgındakı buzu.
Saçlarım ağaçların dallarına takılsın ve hiç karşı koymadan izin vereyim ağaçların birer birer saç tellerimi koparmasına. Öyleki her bir diyarın, her cılız ağacına yaprak, dal olsun yazın güneşinden uçları kırılmış saçlarım.
Ektavor çizgisine basmadan atlayıp gideyim sıcak iklimleri, meridyenler arası seke seke.. Gökgürültülerini kendime haberci bileyim. Öyle deli gideyim, öyle deli koşayım ki tek ışık kaynağım tek yol göstericim gökgürültüsüne yoldaş şimşekler olsun. Yıldırımlar mı ? Ebisemin yırtılan kenarına yama yapmak için kullandığım minik bir iğne...
Alayım elime bulutları sıkayım, ezeyim yok edeyim, son damlasına kadar.. sonra bir bakayım ki sıktığım kendi parmaklarımdan daha fazlası değil.
Eğer sinirlenirsem günün birinde koşarken bir cılız kuş beni nasıl olurda geçer diye, kalkayım atmosfere sataşayım, tutayım ortadan ikiye ayırayım hani şu tabakayı, Ozonu. Sonra dursa insanlar bunun adına Küresel Isınma deseler, ben de sinsi gülsem bağdaş kurup çekirdek çıtlatırken gezegenin üstüne.
En büyük korkum, yağmur duası yapan yerlilere görünmek olsa dua için ellerini her gökyüzüne kaldırışlarında. Koşayım, ama öyle böyle değil, çok hızlı ve çok gürültülü ama bir yandan da ruhun bedenden süzülüşü gibi... Yok olayım, sonra birden uyanayım ve kendime bıraktığım notu bulayım.
Seems that I have been held
In some dreaming state
A tourist in the waking world
Never quite awake
No kiss, no gentle word
Could wake me from this slumber
Until I realize that it was you
Who held me under
Felt it in my fist, in my feet,In the hollows of my eyelids
Shaking through my skull, through my spine
And down through my ribs
No more dreaming of the dead
As if death itself was undone
No more calling like a crow for a boy
For a body in the garden
No more dreaming like a girl
So in love, so in love
No more dreaming like a girl
So in love, so in love
No more dreaming like a girl
So in love with the wrong world
And I could hear the thunder
And see the lightning crack
And all around the world was waking
I never could go back
Cos all the walls of dreaming,
They were torn right open
And finally it seemed
That the spell was broken
And all my bones began to shake
My eyes flew open
And all my bones began to shake
My eyes flew open
Ben bir ağacım, Sabancı Üniversitesi yolunda ...
5 Eylül 2010 Pazar
Ben buyum, ne daha fazlası ne de daha azı, tam anlamıyla işte bu kadarım...

Bugün hiçbişey yapmadım, mutluyum ( mutlu muyum _? )
Aynaya bir kere bile bakmadı.
Sadece iki kere kalktım yataktan, ikisi de zaruri ihtiyaçlarım içindi.
Evde kimse yoktu, ne güzel dedim, istediğin kadar özgür olabilirsin ( özgür müydüm _? )
Saçlarımı toplamadım.
Hiçbişey yemedim, zaten oruçluydum, hoş oruçlu olmasaydım da yine yemezdim.
Kendime bir söz vermiştim dün akşam, işte onu tutamadım, bozdum. Ama sonra kendime dedim "Dur kızıım, noluyo!" diye de toparladım geç olmadan.
Kimse ile sesli harflerimiz kullanarak konuşmadım.
Sanal alemde konuşmaya çalıştım 3 kişi ile, ama başaramadım.
Gerçek hayatta ise henüz daha hiç sesimi işitmedim ama birazdan annem gelir, o zaman bir iki kelime harcamak zorunda kalırım belki.
İnternetten midem bulandı, başucumda duran bilgisayarı en uzak köşeye kaldırmak istedim, yapamadım.
Çözümü kafamı yorganın altına saklayıp, gözlerimi sıkı sıkıya kapatıp, mide bulantımın geçmesini beklemek de buldum.
Sonra delilik o ki geldi çattı başıma gittim facebook'da beğenmediğim kişileri sildim ve silerken ne kadar rahatladığımı farkettim. Paylaşımları, yorumları, resimleri ile sinirlerime dokunan bu kişilerin varlıkları ile yokluklarl bir idi gözümde zira..Pişman olmadım.
Telefon listemi aldım elime kayıtlı öğe 1 : Aaa, aman yanlışlıkla tuşa basılıp da ilk numara aranmasın, kontürümüz gitmesin tedbiri ile eklenmiş olan ilk kayıdı sildim acımadan, artık kimseyi yanlışlıkla aramayacak kadar farkındaydım bazı şeylerin ve yıllardır aramadığım, belki lazım olur diye nicedir tuttuğum numaranın, eski sevgilinin, "biz sadece arkadasız"'ın, zamanında eş dost olanın, gönlü kırılmasın diye numarası alınanın, hepsnın ama hepsının numarasını teker teker sildim. Mutlu muydum_? ( mutluydum )
İnternet fobim biraz kontrol altına alınınca, msn listeme el attım. Hiç konuşmadığım bi iki insanı, neden varlar diye düşünmekten kendımi alamadığım kişileri, yazdıkları arabesk ıletılerle canımı sıkanları, hepsini sildim ( ama engellemedim )
Yepyeni bir başlangıç hazırlamaya çalıştım kendime, korkularımla yüzleşmeye çalışrken aslında korkmakta ne kadar haklı oldugumu farkettım, işin kolayına kaçtım, korkmaya devam ettim. Ama bir farkla bu sefer hayatımdakı daha az ınsanlar korkmaya devam edıcektım. ( daha güçlü daha sakin, daha yalnız daha durgun, daha sakin daha suskun ... )
Bir internet rejimi geliştirdim kendime.Daha az sanal alem, daha az paylaşım, daha çok bıreysellesme ( demiştim korkularıma yenıldım dıye ) Korkularım beni uyardı " tehlıke yakın, ayagını denk al, yenılme " dıe. "Hay hay" dedim ve giyindim tüm zırhlarımı, yani giyinecegım daha.
Daha az sanal alem nasıl mı olur, sosyal paylaşım ağlarından sadece burayı kullanmakla olur, diğer zımbırtılarda kendınle ıllgı daha az tüyo vermekle olur. Böyle olmasını istedim, çünkü başımı yorganın altından kaldırdığım anda bir ses fısıldadı kulağıma : " gördün mü ya, az kalsın yine aynı hatayı yapmak üzereydın. Bu senin son kendıne gelişindi, bir daha asla vazgeçme kendınden, bırak ispat etsin sana evreninin sırlarını, ondan sonra fısıldayacağım sana onun gizli adını ...
Bugün hiçbirşey yapmadım, mutluydum ( mutlu muydum _? )
bir kere daha ve son kez anladım ...
Hayır, yaşayıp gitsem ya, neden herseyin altında başka bir anlam arıyorum neden beynim bana bu kadar oyun yapıyor ve ben binbir senaryo türetiyorum olası durumlar için, sonra da onlara göre davranmaya çalışıyor, herşeyi elime yüzüme bulaştırıyorum ...
Tam bir karın ağrısıyım, ya bu kadar kolay mı teslim oluyorum kendime. Didik didik, didik didik et hayatı , sonra git "aha, ewet bu, böyle olduğu için, böyle" de bir anlamdan bin bir anlam türet, kız, kırıl, üzül...
Sonra git ufacık bişey, incir çekirdeğini doldurmayacak bir şey bul onunla mutlu ol deli divane. Hadi bu ayrıntılarla mutlu olma meselesi güzel de, ayrıntılardan kırılma, üzülme meselesi de neyin nesi ?
E hani nerde bütüne bakma olayı, yok sen illaki kafana takıcak, inceleyecek birşey arıyorsun ya, git orda kıyıda köşede kalmış bir ayrıntı ile uğraş. Takıl o ayrıntıya, onunla ilgili bişeyler yapılmasını bekle insanlardan, yapılmadıgını, tam zıddının yapılıgını gordugunde uzul, kırıl falan fılan...
Çekilcek dert mi bu ya _?
Bu arada İstanbul'a sonbahar geldi, ne güzel =)
Bir yanım yazı özlüyor bir yanım ise yaşanacak sonbahar günlerine aşık ...
4 Eylül 2010 Cumartesi
. . .
yazsam bir türlü, yazmasam başka türlü.........
bişey var gibi, ama yok da gibi
karnım ağrıyo sanki, ama ağırmıyo gibi de
yorgun gibiyim de, ama değilim de sanki....
heyecanlı gibi, değil gibi
kararlı gibiyim, kararsız gibi, emin gibi, değil gibi
Offfffffff
Blogluk bişey değil bu farkındayım ama offfffffffffffffffffff
korkuyorum, çok korkuyorum, korkularımla yüzleşmek istemiyorum,
nerden çıktı şimdi, hiç gerek yoktu...
anyway zaten geçti.......
1 Eylül 2010 Çarşamba
Simon and Garfunkel - Bookends
Time it was,
and what a time it was,
it was A time of innocence,
a time of confidences
Long ago,
it must be,
I have a photograph
Preserve your memories,
they're all that's left you
Dün akşamdan beri bıkmaksızın tek bir şarkı dinliyorum. Bu kadar çarpılacağımı, kendimle yüzleşmenin bu kadar ağır ve acı olacağını bilemezdim. Saklamışım herşeyi içimde, farkına bile varmamışım yaşarken, içimde barajına sığmayan kırgınlık, küskünlük, korku ve güvensizlik dün gece son damlasını almaya çalıştı, sindirmeye, yer açmaya çalıştı ama başaramadı.
Şimdi anlıyorum, benim için artık çok geç. Pişmanlıklar, hatalar, sindirilen haksızlıklar, kendi yaptığım haksızlıklar, üzüntüler o kadar derin sular yaratıyor ki kendine, her güzel duyguyu çekiyo karanlıklarına...
Bişeyler yaşandı, bitti, bitmesi gerektiği yalanına inandırdım zaten kendimi, ama aynı yalan her yaranın iyileşeceğini de söylemiyormuydu_?
Derdim biten giden şeyle değil, derdim biten giden şeyin, ben de açtığı yarada..Derdim ben de açılan yararın bugüne olan zararında!
Sorguluyor bazıları, neden hayatında biri yok diye.. Ne diyebilirim ki, nasıl anlatabilirim ki onlara iç dünyamı, nasıl diyebilirim " O bile bana bunu yaptıysa, ben nasıl tekrar güveneyim bir erkeğe" nasıl kalbimi olanca saflığı ile ona teslim edeyim. Hayatıma birini sokmuyorum çünkü, kimse Kayi olamıyor. Hep bir eksik, hep bir fazla....
Hayatımde kimse yok, çünkü, biliyorum ki , kimse benim aşka, sevgiye, bağlılığa gösterdiğim saygıyı göstermiyo, kimse değeri hak etmiyor. Çünkü kimse insan ilişkilerinde detaylara dikkat etimyor, çünkü herkes çok yüzeysel yaşıyo, eğer ben böyle birini hayatıma sokarsam, Kayi ölür, dayanamaz buna, asla kaldıramaz, ezilir bu misafirin varlığı altında. Hayatıma bu kadar düz bir insanı sokmak Kayi'ye ihanet etmek, onu kendi ellerimle öldürmek olur, sonra da kendimi..
Çok sevdiğim bir arkadasımın evinde kaldım bir akşam, sabahın sabahın 5inden 10una kadar konustuk derin konular hakkında. Aslında farklıyız onunla çoğu konuda, ama bir konuda o kadar aynıyız ki: o da, değer verdiğimiz insanları gözümüzde yüceltip, onlardan da az, biraz, avuç içi kadar, tırnak ucu kdar değer görmek. Dedim ki hayatıma birini sokmuyorum çünkü, o "biri"leri hiçbir zaman "0"olmuyor, "0" olamıyor. Etkisinden kurtuldum birşeyşlerin, etkisini atlattım. Hatta ve hatta artık onu kesnlikle ve kesinlkle sevmiyorum. O , çok güzel olan anılarımızı, kendi bencilliğine terketti gitti, umudu çiğneyerek gitti. Ben onu sevmemiştim ki, ben ona yüklediğim anlamı sevmiştim. Ondaki Kayi'nin yansımalarını sevmiştim. Hayatıma bir çok kişi girdi öncesinde. Ve ben umut dolu bir insndım, doğru kisiyi bulacağına inanan eninde sonunda. Ne mi oldu_? Doğru kişi yokmuş bunu anlamam zor oldu, Kayi zarar gördü, ben zarar gördüm, eskiden masum ve umutlu bakardım hayata, şimdi ise yorgun bakıyorum ama yine umutlu, umudum ise tek başına hayata tutanabılme konusunda. Yaşım kaç ki daha 21-22 ama çok kısa bir süre içinde çok yoğun duygular yaşadım, boşmuş....!!!
Olan aşkın gerçek olabilme ihtimaline karş olan inancıma oldu.
Hayatıma kimseyi sokmuyorum çünkü; biliyorum ben birini sevdim mi, dengeyi kuramıyorum. Yaşadığımız her ana, soluk aldığı her zaman dilimine ayrı bir anlam yüklüyorum. Hayat yapıyorum onu ve ben kendi yarattgm hayat ıcınde yasıyorum. Kendimden o kadar çok fedakarlık yapıyorum ki, tüm dünyaları karşıma alabiliyorum ona olan inancım uğruna.Aptallık, yani başka birşey değil...Çünkü hiçbir zaman "0" olmuyor ve hiçbir zaman huzurla gözlerimi kapayamıyorum. Ben deli bir insanım, hayatı mikroskobik ölçeklerle yaşıyorum. Keşke yüzeysel olabilseydim. Gözünü kaparken mutluymuş herkes, keşke ben de her gece yatağıma yattığımda gözleriimi kapayabilseydim. Mutlu olmak için gözümüzü kapamamız gerekiyormuş, ben gözü açıkken mutlu olabilen biri olmak istiyorum, ayrıntılara, detaylara ve bulutlara, gölgelere değer veriyorum. Siz yüyürken gölgelerin üstüne basarken, ben gleip geçen gölgelere selam verip gülümsüyorum. Ben hiç büyümeyen, aşırı sevinen, aşırı üzülen, hep heyecanlı, hep kırık deli çocuk, dünya bile kabul etmiyor beni... tanıyanlar bile bunu tüm boyutuyla bilmez çoğu yönümü. Ve burdan beni tanıyan herkese sesleniyorum:
" Üzgünüm dostlarım şu ana kadar, beni hiçbiriniz tam olarak tanıyamadınız, bir kişi sadece bir kisi bu kadar yaklaştı bana, birkişinin nefesini kalbimde hissettim o da rüya imiş." Hepinizin affınıza sığınarak köşeme çekiliyorum şimdi, ait olduğum yere..Özür dilerim sevgilerim, aşklarım....
Benim için artık çok geç, Kayi ise benim hayal dünyamda hiçbir zaman gerçek olamayacığını kabul etmiş seyrediyor beni.
p.s: ilk defa bu kadar düz hatlarla ve kesin çizgilerle bir yazı yazıyorum, yazan ben miyim bunu, yoksa içimdeki incinmiş küçük kız mı _? Ellerim titredi umutsuzlukla ve soğuk soğuk terledi tüm bunları yazarken. Kalbim hiç bu kadar dengesizce çalışmamıştı.. bazen o kadar yavaş attı ki, gözümden akan yaşların yavaşlığına alkış tutuyordu sanki ,onlara eşlik ediyordu, bazı an oldu, zamanın bile gücü yetmedi kalbimin atış hızını durdurmaya..Şu an ise hissettiğim tek bişey var: Kendimden korkuyorum